İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir anı: “Kuru fasulye yemeği ile kültür ve medeniyet nasıl tanımlanır?”

Üniversitede eğitim öğretimin ilk günüydü.

Malum ilk dersi toplu halde namlı bir kişi verir ve mecburi olarak bütün bölümlerin öğrencileri, hocaları o dersi konferans salonunda dinler.

2004 eğitim öğretim yılının başındaydık, konu: “Kültür nedir?”.

Salonun ortasının hemen arkasında oturuyordum. En önde rektör, dekanlar, bölüm başkanları, hocalar…
Arkada sayısalcı, sözelci; birinci-dördüncü sınıf öğrencileri mükemmel bir karma oluşturmuş aynı şevk ve heyecanla(!) konuşmacıyı dinliyorduk.

Zira hepimizin bilgi birikimi, hazır bulunuşluğu aynı idi(!)

Uzatmayayım konuşma bitti ve T.C. Büyükelçiliğinin kültür ataşesi olan sayın konuşmacı:

– Sorusu olan var mı?

En önde koç ve koyunların bulunduğu sürünün arkasında ocak, mart ve mayısta doğmuş kuzulardan oluşan heterojen sürü anlaşmışcasına sükût ettik. Konuşmacı bu durumdan cesaret almış olacak ki tekrar bir hamle yaptı:

– Sorusu olan yok mu şimdi? Demek ki çok iyi anlatmışım. Herkes anlamış, dedi müstehzi bir ifade ile ya da bana öyle geleceği varmış…

O yaz zenginlikten uçak bileti alamamıştım ve üniversite kütüphanesini yağmalıyordum.
Takılıp kaldığım konu da “Kültür ve Medeniyet” kavramları idi.
Bu hususta doğrudan ya da dolaylı ne kadar kitap varsa okuyordum.
Cephane sağlam, düşman dur ihtarına uymamış; o zaman atış serbest diye düşündüm ve el kaldırdım.
Etraftaki dost gözler “Mustafa çok uzatma çıkalım.” der gibiydi.
Mikrofonu getirdiler ve sordum:

-Efendim, kültürü anlattınız teşekkür ederiz. Cemil Meriç kültürün 200’ü aşkın tanımı olduğunu söyledikten sonra “O zaman kültür her şeydir.” diyor. Eğer kültür her şey ise Afrika’da bir yerli kabile mensubunun kendi kültürüne olan vukufiyetinden bu adamın kültürlü olduğu kanaati çıkmalı; aynı şekilde Avrupa’da kendi kültürünün inceliklerini bilen birisi de kültürlü diye adlandırılmalı. Sorum şu ki bu iki “kültürlü” arasındaki fark nedir? Bir ikinci sorum da kültür her şey ise “medeniyet” denilen kavram neyi ifade eder?

Konuşmacı bir müddet sustu. Salonda da sessiz bir bekleyiş başladı. Bir süre sonra sayın ataşe ıkına sıkıla:

– Ben kültürü anlattım, diyerek konuşmasında kültürü tanımladığı yeri tekrar etti.

Ayakta bekliyordum ve cevaptan tatmin olmadığımdan teşekkür edip yerime oturmamıştım. Bunu fark eden bir profesör ayağa kalkıp mikrofonu alarak diplomatik bir şekilde konuşmanın nefasetinden bahsettikten sonra:

– Arkadaşın sorduğu soruyu biz saatlerce tartışsak burada halledemeyiz. Siz kendi konunuzu güzel bir şekilde arz ettiniz, teşekkür ederiz, diyerek konuyu tatlıya bağladı. Zira konuşmacının konuşma sonrası kendinden emin halinden eser kalmamış ve masaya doğru iyice eğilmiş sırtı Notre Dame’ın Kamburu gibi bir hal almıştı.

Neyse sürü kantinde kağıt bardaklarda sunulan nefis çaylarını içmek üzere mahalden ayrıldı. Biz de kös koyununun ardından dostlarla birer bardak çay ve yağı bol patatesli pişiyi andıran piroşkilerimizi aldık ve bir kalorifere yaslanarak muhabbete koyulduk. Mevzu cevabın tatmin edici olup olmadığı ile soru sormakla kaybedilen zaman(!) arasında gidip geliyordu.

Derken daha önce üniversitede hiç görmediğim ak saçlı bir beyefendi yaklaştı:

– Oğlum içeride soru soran sen miydin?

İçimden dedim ki: “Rektör bu kişiyi görevlendirmiş olmalı, şimdi beni çağırıp güzel bir zılgıt çekecek.”

– Buyurun efendim bendim, dedim.

Aksaçlı:

– Evladım içeride ukalalık gibi algılanmasın diye kalkıp bir şey demedim. Sorun çok güzeldi fakat Afrika örneğinin karşısında Avrupayı değil Osmanlı beyefendisini vermeni tercih ederdim. Her neyse, senin sorunun cevabı şudur: Su, soğan, salça, yağ, kuru fasulye, tuz bunları hepsi birer kültür ögesidir. Fasulyeyi uygun zamanda ıslatmayı bilmek, soğanı yağda öldürme derecesini ayarlamak, katılan salçanın oranını tutturmak, tuzu yeteri kadar atmak ve nihayet ortaya çıkan fasulye yemeği ise medeniyettir. Her bir kültür ögesinin eşref-i mahluk olan insana hizmet edecek şekle getirilmesine denir medeniyet.

Aman Allahım! Yaz boyunca onlarca kitap okuyup tam olarak idrak edemediğim bir tanım fasulye yemeğinde halluvermişti. Sonradan bu aksaçlının Yrd. Doç. Dr. Kâmil AKARSU Hoca olduğunu ve alt sınıfların Osmanlıca dersine girdiğini öğrendim.

Osmanlının ilim ve irfan meclisinden feyz almak böyle bir şeymiş meğer. Batının bin türlü terminoloji ile tanımlayamadığı iki kavram kafamda ve gönlümde yerine oturuvermişti.

Hocanın 2007 yılında Akçağ Yayınlarından basılmış “Adına Aşk Dediler” adlı kitabını da aynı heyecanla okudum. Ad koymada mahirdir Kâmil Hoca.

Saygı ile ellerinden öpüyorum.

Mustafa KAYIHAN
10.05.2017
Ankara

Yorumlar kapatıldı.