İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Afyonkarahisar ili, Çay ilçesi, Koçbeyli Köyü Ceritleri Ağzı Sözlüğü

acar: Yeni
ağartı: Hafif beyazlık, karanlığın aydınlığa çalması hali.
ağı: Zehir.
ağız: Hayvanın doğumundan sonraki ilk sütü.
ağnak: Kuş beslenirken kuşun belirli aralıklarla tozlu toprak içerisinde toza bulanması sağlanır. Burada kullanılan toprağa ağnak, bu işleme de ağnak vermek denir.
ağnama: Hayvanların vucutlarını tozlu toprakğa sürtmeleri. At ve eşek cinsi tozlu toprak üstünde sırt üstü dönerek; kuş cinsleri ise ayakları ve kanatları ile tozu havalandırıp gövdelerinin arasında geçişini sağlarlar. Diğer havanlar için bu tabir kullanılmaz.
ağzına bakıtmak: Bir şeyi yiyip yanındakine vermemek.
ağzını büzme: Ağlamaya başlama.
ah canım anam: Ziyandan sonra emeğe acımak için söylenir.
ala bula: siyah beyez, karışık renkli.
alaf: alev, ateş.
alamaç: Harlı yanan ateş.
aldırma: Sığdırma, eldeki malzemenin tamamını kap ya da yere koyabilme.
alettirik: Pilli çalışan el feneri.
Allahlık: 1. Dünyada çaresi kalmamış. 2. Dünya işlerini boş vermiş.
amanat: Emanet.
amel: İshal.
anadan bir babadan ayrı: Üvey.
anırma: 1. Eşek anırması. 2. Haykırarak ağlama.
annaç: Karşı, yamaç.
aş: Bulgur pilavı.
aşı: Koyuna vurulan boya,işaret.
aşılama: 1. Koyuna işaret vurma. 2. Çayın demine su ekleme.
aşış aşşa: Yokuş aşağı.
aşortman: Eşofman.
atik: Eline ve ayağına çabuk. Hızlı iş yapan, sportmen.
atma: Keçi ve koyunlarda oğlak ve kuzuyu vaktinden önce ölü doğurma.
atmak: Keçi ve koyunların oğlak ve kuzuyu vaktinden önce ölü doğurması.
avara: İşsiz, başıboş.
ayak bağı: Engel.
ayak sürütmek: Sürüncemeye sokmak, uzatmak.
ayak yolu: Tuvalet.
aygaz: Tüplü ocak.
ayırma: Evlenen gençleri yeni bir eve çıkarma.
ayırma: Oğlak, kuzu, buzağı ya da çocuğu ana sütünden kesme.
ayırma: Ötekilerden üstün görme.
bandak: Bataklık, çok sulu yer, tarla.
basma: Çiçekli kumaş.
beçen gulağı: Kuzu kulağına şekil itibari ile benzeyen yenilebilen ekşi bir ot.
bedavıya: Bedavaya, bedelsiz.
bekitmek: Kapatmak, sıkıca kapatmak.
belertme: Gözlerini büyütme.
besi malı: Beslenerek ürünlerinden yararlanılan hayvan.
beş gardaş: Tokat.
bıngıldak: Çocuklarda başın üstündeki yumuşak yer.
bıza: Buzağı.
bızalı: Buzağı doğurmuş inek.
bi nahır: Bir sürü.
biren biren: Teker teker.
biribiri: Akraba.
bişek: 1. Yayık yaymada ayranı dövmek için kullanılan yaklaşık 15 cm yarıçapında yuvarlak ortasına balta sapı kalınlığında bir buçuk metre uzunluğunda bir sapın sabitlendiği kenarlarında üç dört adet kare şeklinde deliklarin açıldığı yuvarlak ağaç. Tencere kabağı şeklinde altı düz üstü yumrucadır. Çoğunlukla ayranın en üstüne çıkarılmadan üst sınıra kadar çekilerek üç-dört defa arka arkaya ritmik vuruşlarla bir saate yakın ayran dövülür. 2. (a.) Yaylada peyniri suyundan ayırmak için kullanılan örülmüş çubuklar. Parmak kalınlığında genellikle söğüt dalları yarımşar metrelik kesilir. Uçlara dört parmak mesafeye kenar boyunca çertik atılır ve buralardan pamuk iplikleri ile yan yana bitişik sıra ile bağlanır. Bişek peynir kesesini hayvanlardan ve böceklerden koruduğu gibi asıl yapılma amacı olan süzme işini de penir ile toprak ve taşı temas ettirmeden sağlar. Misal: Peyniri bişeğe koydum sabaha süzülmüş olur.
bişirecek: Yemeklik malzeme, yemeklik sebze.
bit gadar: Çok az.
boğazlı: 1. Çok yemek yiyen. 2. Hayvanlarda çok yem yiyen.
bozmak: Azarlayarak keyfini kaçırmak.
bozyörük: Bir tür yılan.
böcük: Böcek.
böğün: Bugün.
böğürmek: 1. İnek cinsinin çıkardığı ses. 2. Bağırarak ağlamak.
böğürtmek: Döverek ağlatmak.
bör bör böğörmek: Bağırarak ağlamak.
bös bös böğörmek: Bkz.: “bör bör böğörmek”.
burkma: Teke, koç ya da boğaları iğdiş etme işi.
buruk: İğdiş edilmiş.
burun: Dağ sırtı.
buy-: Çok üşümek.
bübüü: Koyunu toplamak için çıkarılan ses.
bük: Dağ arasındaki girintili kuytu yer.
bükme: Gözleme.
bülüç: Civciv.
calpalamak: Sıvı bir nesneyi sallamak.
camekan: Vitrin.
candırma: Jandarma.
cannı cenaze: Morali bozuk, neşesiz olan.
cehiz: Çeyiz.
celep: Hayvan alıp satan kişi.
cıbartmak: Kızarıncaya kadar vücudun bir yerine vurmak.
cıfıdı: sıfat olarak kullanılır. “cıfıdı deli” Çıfıtî deli’den bozma olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Çıfıt kelimesinin tek başına Yahudî ve kötü düşünceli anlamları unutulmuştur.
cılk: Bozulmuş ya da yavru oluşumu başlamış yumurta.
cıncık: Cam kırığı.
cırcır: Fermuar.
cırmalama: Tırnak geçirme.
cırmık: Tırmık.
cırnak: Yırtıcı kuş pençesi.
cıscıbıldak: 1. Soyunmuş. 2. Fakir.
cimcik: Çimdik.
Cimcikle-: Çimdiklemek.
cingen: 1. Çingene, 2. Cimri.
ciyaklama: Acı çekerek sızlanma.
cukur cukur: Su içme sesi.
çabıt: Bez.
çağşak: Çoğunlukla dere içinde ya da yamaçlarda çakıl taşlarından oluşan eğimli yer.
çakır: Mavi-yeşil karışık göz.
çara: Doğum öncesi inekten gelen sıvı.
çardak: Dört direk üstüne gölge yapacak şekilde kamış vb. örtülü yer.
çarpışdırmak: Bir kaç tokat atmak, hafifçe dövmek.
çarpma: Ekin ya da çayır otu biçiminde az bir yerin tamamen biçilmesi işi.
çat: İki derenin buluştuğu yer.
çatak: Derelerin buluştuğu yer.
çatal: Sapan yapımında kullanılan Y şeklindeki ağaç.
çatallanmak: İkileme düşmek, işin içinden çıkamamak.
çatırtı: Ağaç kırılma ses.
çatlak: 1. Yarık, 2. Hafif deli.
çatlama: 1. Yarılma, ayrılma, 2. Nazara gelme.
çatma: Tartışma çıkarma.
çavış: Samimiyet ifade eden hitap sözüdür.
çebiç: Oğlaklık ile keçilik arasındaki dönemdeki dişi keçi. Bir yaşını geçip doğurduktan sonra keçi olarak adlandırılır.
çebiş: çebiç
çekişmek: Ağız kavgası etmek
çel-: Çelik çomak oyununda kafa büyüklüğündeki taşı hedef alan rakibin attığı çeliği çomakla havada vurarak karşılamak.
çeleñ: Damlardaki kamış tabakanın duvar hizasını geçen saçak kısmı.
çellik: (a.) Çelik-çomak oyununun çeliğinin çift l sesi ile telaffuz edilmiş hali. Çomak kullanılmayıp onun yerine “deynek” kelimesi kullanılır. Çoğunlukla “bek daşı” denilen top şeklinde yuvarlak bir taşın başında oynanır ve taşı çelikten koruma üzerine değişik zoruluklarda vuruş tekniklerine dayanır. Misal: –Uşaklar çellik oynarken gözünüze başınıza dikkak idin. Çellik bet göz çıkarır ha!
çemrele- : pantolon, gömlek, kazak gibi giysilerin paçalarını sıvamak.
çente: Çanta.
çevir-: Hayvanların tarlaya girmesini engellemek için tel çit çekmek.
çez-: Hayvanı ip ya da zincirden salıvermek.
çezik: Serbest bırakılmış, bağı çözülmüş hayvan.
çıkarıl-: Kadının babaevine gönderilmesi.
çıkı: Kese.
çıkıntı: Bir şeyden arda kalan malzemeler.
çıkla yemek: Ekmeksiz ekmeksiz, katıksız yemek.
çıldırtı: Tıkırtılı ses, çoğunlukla çalıların arasından gelen yılan, mercan gibi varlıkların cıkardığı ses.
çıñgı: kıvılcım
çırpma: Ağaçtaki meyveleri değnekle daldan indirme.
çıtlık: şifalı bir bitki, Karahindiba.
çiçek: Çekirdek.
çiğil: Genellikle suların kaynağından çıkarken toprağından ayrıştırdığı ince kum.
çimmek: Yıkanmak.
çiñle-: çınlamak
çitimek: Yün örme çorabın sökülmüş ya da üzülmüş yerini aynı yün ile örerek tamir etmek.
çitme: İnek tepmesi.
çitme: Salatalığı ayranın içine çenterek yapılan cacık. Semiz otu gibi otlarla yapılan cacık bilinmediğinden çitme kelimesi cacık anlamında kullanılır.
adfadadfadfasdfadfadfadfadsfadf
çolpa: Sakar.
çomaç: Yufka ekmeği içerisinie bir karış uzunluğunda iç harcı uzunlamasına koyulup dürüm haline getirilir ve bir öğün bu şekilde atlatılır. Soğan çomacı, peynir çomacı, yağ çomacı, şeker çomacı gibi adları içerisine konulan iç harcına göre alır.
çomak: Ucu baston gibi bükülmüş çoban değneği.
çomu: Kulakları kurt kulağı gibi sivri ve bitişik keçi. Uzun orkide yaprağı şeklinde olanlara “calba kulak” denir. Calba denilen bir çeşit süpürge bitkisinin yapraklarına benzediği için bu tabir kullanılmıştır. Misal: -Çomu geçinin oğlağı oldu. Heybiye goyup eşşeğinen getirdim.
çorak: Ağaçsız, otsuz killi toprak.
çorla-: (f.) Genellikle derinin tuzlanmasını ifade etmek için kullanılır. Aynı fiil peynir ve yoğurt gibi gıdalara gereğinden fazla tuz atılmasında tuzlama işinin abartıldığını ifade etmek için kullanılır. Misal: Kurban derisini çorlayıp deyneğe sokup ahırın kirişine astım. Peynir tuzdan yenilmiyo. Çorlamışsın mübareği!
çorla-: Katık ya da deriyi tuzlamak, aşırı tuzlamak.
çöğür: yabani bir ağaç.
çökelik: Yoğurdun kaynatılması ile elde edilen katık.
dakışma: Kavgaya başlama.
dakışma: Takılmak, şaka yapmak.
daklaş-: Takılmak, şaka yapmak.
dalaz: yön değiştirerek esen rüzgar
dambıl dumbul yürü-: Bir sağa bir sola yalpalayarak yürümek.
danalık: Ahırda danalara ayrılmış bölüm.
dandik: İşe yaramaz.
dar vakıt: İkindi sonrası ile akşam namazı arasında kalan vakit.
darı: Mısır.
datgın: Önceden deneyimlemiş.
dayak olmak: Birini desteklemek.
deli goyun gibi dönmek: Şaşırmak.
delik deşik: Her tarafı delinmiş.
depban aşşa: Aşağı doğru.
depik atma-: İnsnın ayaları, hayvanın arka ayakları ile tepme etması.
depik: Tekme.
deyze: Teyze.
diğdir-: 1. İnce bir şekilde akmak. 2. İşemek.
dik dik dik gıdık gıdık gıdık: Tavuğa çağırma sesi.
dirkildeme: Titremek.
dişe-: 1. Çocuğun süt dişlerini çıkarmaya başlaması. 2. Tırpanın ağız kısmını örs ve çekiç kullanarak keskin hale getirmek. Çekiç vuruşları ile dişe benzer ezikler oluşturup kayrak denilen bileği taşı ile düzeltme işlemi yapmak.
dit-: Yünü elle kabartmak.
doğdaştan: Doğuştan, ilk doğduğu günden beri.
dokdurluk: 1. Doktora gitmesi gereken. 2. Deli.
dolama: Parmaktaki şişme hali.
doldurma: Vesvese vererek insanı birine karşı hareket etmeye motive etme.
donuz eriği: Yabani erik.
donuz eriği: Yabani erik.
dutağaç: Yemek kabını ateş üzerinden almak için kullanılan el bezi.
dutarı dut-: Sinirle yanlış hareket etmek ve bu harekette ısrarcı olmak.
dutmak: Dişi hayvanı döllenmesi için erkekle birleştirmek.
dutuk: Sosyal olmayan kişi.
dutuşma: Telaşlanma.
duzla daşı: Genellikle üzeri yassı kucak büyüklüğünde taşlar bu alanda toplanarak taşların üzerine tuz ekilerek koyun ve keçilerin tuz ihtiyaçları giderilir.
duzla: Koyun ve keçilere tuz verilen düz alan. duzla daşı: Üzerinde koyunlara tuz verilen düz taşlar.
düve: Henüz doğurmamış bir yaşındaki inek.
ebem guşağı: Gökkuşağı.
eğsik: Kız çocuğu.
ekelemek: Serpiştirmek.
ekmek: Sac ekmeği, yufka, şepit.
el it-: el hareketleriyle çağırmak, “gel” demek.
el: yabancı
elcek: Eldiven.
elekçi garısı: Çingene.
elemet gıyamat : (s.) Çok büyük anlamında kullanılan bir ikileme. Misal: Gocayar’dan bi daş gopdu elemet kıyamat. Tâ innidaşa gadar indi. Allahdan altında mal melel yoğudu.
elet- : götürmek
elet-: Ulaştırmak, vermek.
eli çabık: Hızlı iş yapan, becerikli kişi.
elikopder: Helikopter.
emsel: Akran, yaşıt kişi.
en: Hayvanın kulağına uygulanan kesik, damgadan farklı olarak kesici bir aletle kulak ya yarılır ya da bir kısmı alınarak bellik konulur.
enik: Köpek yavrusu.
enne-: Hayvanların kulaklarına kesikle işaret koymak, en koymak.
enteri: Bir çeşit geleneksel gömlek.
eprimiş: Eskimiş, yırtılmak üzere olan.
eprimiş: İncelmiş, eskimiş kumaş ya da elbise.
erikmek: Şımarmak.
erkeç: Oğlaklık ile tekelik arasındaki dönemdeki erkek keçi. Bir yaşından sonra teke olarak adlandırılır.
eşgere: Alenen, ulu orta.
eşinti: Kazılmış yer.
eşki : (s.) Ekşi tada sahip. ş ve k seslerinin yerleri değişmiştir. Misal: Alma eşkiyimiş. Ben datlı alma sevmem de bu gadar da eşkiyi de sevmem. Ben en çok mayhoşu severim. Arapgızı olacak bana. Katır kutur yinir valla.
eşşek tikeni: Dikenli bir bitki.
evreğeç: Yufka ekmeğini sacın üstünde çevirmeye yarayan kılıç şeklinde tahtadan yapılmış alet.
fellikle-: Çok yaşlanmak, çok yorulmak.
fıcımak: (a.) Tez, çabuk, çabucak, hemen, hemencecik. Misal: – Haydi fıcımak gibi fırlayıp bir bardak su getir bakalım.
fıldır-: Fırlatmak.
fırıldak: hile, aldatmaca.
fıtdırık: Deli.
fıtık it-: Sinirlendirmek.
fingirdek (s.): Eğlenceye düşkünü kadın. Hafif meşrepler için de kullanılır.
firavın: Kötü kimse için kullanılır.
fitil olmak: Çok sinirlenmek.
gaba et: Kalça.
gabıllanmak: Kabullenmek, razı olmak.
gacır gucur it-: Bozuk aletin çıkrdığı ses.
gafadan gontak: Deli.
galgın: Evlenememiş kız ya da erkek.
gama: Büyük bıçak.
gancık: (a.) Dişi. Hayvanlarda dişi cinsi ifade etmek için kullanılır. Tek başına kullanıldığında dişi köpeği ifade eder. Mecazi manada sözünden cayan, mert olamayan kişiye verilen sıfattır. Hem eti yenen hem de murdar hayvan cinsleri için kullanılır. Ödlek anlamında kullanıcaksa “gancık garı gibi” ifadesi kullanılır. Misal: -Mücüdemi isterim bi bızanız oldu. – Gancık mı erkek mi? – Gancık gancık. – Erkek oluydu iyiydi gurbanda iyi para idiyo. Niyse ürüyecek mal da ilazım. Büyüsün anasını satıp bunu alagorum. Anası epiy gocadı gari. Süt disen südü az. İki yılda bi boğasıyo. Mecazi Anlamda: – Niyo len döğüşte gancık garı gibi gaçıyodun. Tü senin sıfatına! Erkek adama gancıklık yaraşır mı hiç? Sözünden dönene, gavgadan gaçana gancık dirler bilmiyon mu?
gap : kap kacak
gapama: Haşlama et.
gapanma: İslam dininin kaidelerine uygun şekilde tesettüre bürünme, örtünme.
gapcık: Kabuk.
gapdır-: 1. Dolandırılmak 2. Bir sözü söylemeye ya da işe hiç düşünmeden körü körüne devam etmek.
gapı bahşişi: Gelin evden çıkarken kız tarafına verilen bahşiş.
gara guru: Siyah tenli ve zayıf kimseler için söylenen bir sıfat.
gara pabıç: Kara lastikten yapılmış ayakkabı.
gara pabıç: Siyah lastik ayakkabı.
garadaş: Ev, duvar yapılan sağlam kesme taş.
garafille-: Yaklaşık olarak tahmin etmek, yaklaşık olarak ayarlamak.
garagöz: Bir tür ağaç. (Lat. Amelanchier Medik.)
garaltı: Karanlıkta seçilemeyen cisim.
garaltı: Karanlıkta yarı görülen cisim.
garman çorman: Karmakarışık.
garnı ağrı-: Bir söze canı sıkılmak.
gartarmış: Zamanı geçmiş sebze meyve vb.
gatık: Süt ürünleri.
gatıklama: Çökelek ve peynirin deri içerisinde belirli bir süre bekleyip tadı ve kokusunun değişmesi.
gatın etmek: Önüne katıp kovalamak.
gatıp garıştır-: Ortalığı birbirine katma.
gav: Yılan derisi.
gavşırma: İki şeyi birleştirme.
gavurga: kavrulmuş buğday
gayamaç vir-: Ateşi harlamak.
gayfaltı it-: Kahvaltı yapmak.
gayış ol-: Aşırı kirlenmek.
gayış: Kemer.
gayrak daşı: Kesici aletleri bileğlemeye yarayan taş.
gede: (s.) Annesi ölmüş ya da doğumdan sonra kendisini reddetmiş oğlak, kuzu ya da buzağıya verilen sıfattır. Misal: Gede guzu iyi olmuyo. Anasız gelişmiyince nizbete çıkıyo o da gurbanda para itmiyo. Şişiyne besliyince de adama aşışıyo gatığa dadıyo, çadıra giriyo. Ekmeği hışmalıyo.
gene: Yine.
gerneşme: Sabah kalkınca vücudu genleştirme.
gezem: Bir yaşında henüz doğurmamış keçi.
gı: “kız” manasına gelen, kadına ya da kadınlar arası seslenme sözü.
gıdım gıdım: Çok yavaş.
gılıksız: Kötü giyinmiş, çirkin.
gımıl gımıl: Yavaş yavaş hareket eden.
gındıra: İnce, kesici bir ot.
gır : çok sayıda hayvanı telef etmek
gır: Beyaz.
gırklı: Doğalı veya öleli kırk gün olmamış kimse.
gırklık: Koyunun yününü kesmek için kullanılan büyük makas.
gıvratmak: Kulağını çekmek.
gıymık: Ele batan çöp.
gidişme: Kaşınma.
goyak: Dağın eteğindeki düzlük girinti. Toprak kayması sonucu birikinti sebebiyle verimli toprağa sahiptir. Denizdeki “koy”un karadaki karşılığı bir dağ eteği girintisidir.
göt atma: Hayvanın tepmesi.
göz: 1. Göz 2. Oda.
gulp uydurmak: Bahane bulmak.
gunna- : kedi, köpek gibi hayvanların doğum yapması
guşak: Bele sarılan kumaş, kuşak.
guzuluk: Ahırda kuzular için ayrılmış bölme.
hedik: Bulgur hazırlamak için buğdayın kulak memesi kıvamına gelinceye kadar kaynatılması.
hışmala-: (f.) Sallamak, silkelemek, didiklemek, sarsmak. Misal: Dalı hışmalıyınca ahlaplar tapır tapır döküldü. Bi heybe toplayıp getirdim.
hörp: Çay içerken çıkan ses.
hörpçü: Hazır yiyen, mirasyedi, hazırcı.
indirmelik: Gelinin koca evine gelişi sırasında eskiden attan yenilerde otomobilden inerken kocasının akrabalarından vaad yolu ile aldığı mallar. Çoğunlukla bir çığırtkan kişi gelin arabasının yanına giderek halka gelinin inmesine izin verip vermediklerini sorar. Halk bir ağızdan izin vermediklerini söyler. Çığırtkan kayınbaba, kayınana, amca vb. varlıklı akrabalarını zikrederek indirmelik ne vereceklerini sorar. Herkes kendi ekonomisine uygun ir mal vaad eder ve kızın inmesine izin verilir.
inne: iğne
issiz: ıssız
kelik: küçük taş parçaları
kirmen: Yün eğirme aleti. İç içe geçmiş hilal şeklinde iki ağacın ortasına bir delik açılır ve ordan geçirilen ok adı verilen bir çubukla bu iki ağaç birleştirilir. Çubuğun üst kısmına bir santim mesafeye çepeçevre açılan çentikle ipin kayması önlenir.
madik atmak: Kandırmak, aldatmak.
oğlaklık: Tolda oğlaklar için ayrılmış bölme.
oku: Düğün davetiyesi yerine dağıtılan giysi, havlu vb. eşya.
okuntu: bk. oku
otluk: Hayvanların kışın yiyeceği çayır otunun kurutulduktan sonra istif edildiği yer.
övendere: saban
patdadanak: Birden bire, aniden.
patlangaç: Mürver ağacı.
pörtlek: Gözü yuvasından fırlamışçasına.
pörtlek: Yuvasından dışarı çıkmış göz.
savışdır- : uğurlamak
somur-: Şiddetle emmek.
surat: 1. Yüz 2. Uçurum, yar.
şıngırtı: Metal sesi.
tat: (a.) Sağır ve dilsizler için kullanılan bir sıfattır. Kelimenin yad ve yabancı anlamı başka bir şekilde muhafaza edilmektedir. Fakat acem anlamında kullanılmamaktadır. Misal: Tat mısın nesin? On kere sordum cevap vermiyon!
tepe takla at-: Güvercin taklası atmak.
topalak: Bilye büyüklüğünde hamur ve etle yapılan bir çeşit yemek.
uşak: Çocuklar anlamında kullanılır. Tekilse çocuk çoğulsa uşak denir. Tekil olarak asla kullanılmaz. Genç ve orta yaşlıların birbirlerine ya da kendinden daha genç olanlara “gençler, delikanlılar” anlamında hitap cümlesi olarak kullanıldığı da olur. Burada da yine çoğulluk esastır. Tekil için kullanılmaz. Misal: Uşak başımı şişirdi, bahçıya çıkıp birez fasille topladım. Gafam birezcik dağıldı.
vıdırtı: Boş ve sitemli laf.
yannık: (a.) Yayık yaymaya yarayan keçi derisinin ön ayakları ve boğazının bağlanması; arka bacaklar ve kuyruk kısmına atılan birer düğümle arka kısmının açık bırakılması sonucu meydana getirilen çuval şeklinde deri kap. Keçi derisi kırmızı çam kabuğu ile boyanarak deri ile yoğurdun teması önlenir. Derinin hazırlanması ise tuzlanma ve uzun süre kurutulma sürecini gerektirir. Deri yayık yayılmadığı sürece bir sırığa asılarak kuru muhafaza edilir. Yayık yayılmazdan evvel ıslatılarak yumuşatılır. Düzenli olarak kırmızı çam kabuğu ile boyanması gereklidir. Kokma ve katığa derinin dadının geçmesini önleyen bu önlemin diğer sebepleri araştırılmaya muhtaç bir konudur. Yere çakılan üç adet sağlam kazığa bağlanır. Ata derinin torpak temas etmemesi için deriye zarar vermeyecek yassılıkta bir kayrak taş konulur. Misal: -Bi yannık ayran evirilmeyi bekliyo. Evirip yağını çıkarıp şiniğe basacam.
yarpız: (a.) Yabani nane. Nanenin kullanıldığı yerlerde kullanılmamakla birlikte köyde sadece yarma ve ayranla bilrikte yapılan “yarpız aşı”nda kullanılır. Bir de “Yılanın sevmediği yarpızımış o da burnunda bitermiş.” atasözü kullanılır. Bu atasözündeki yarpızın yılan yiyen “firavun faresi” olduğu Divanu Lutagati’t-Türk’te kayıtlıdır. Fakat köyde bu anlamını bilen yoktur. Misal: Yarpız aşı yapsan da yisek.
yayan yapıldak: (z.) Genellikle acele ile ve yaya olarak yola çıkmayı ifade etmek için kullanılır. Misal: Yayan yapıldak yola düştüler. Yanlarına ekmek de almadılar.
yılan pancarı: zehirli bir bitki.
yokuş yokarı: Yukarı doğru.
yuğulma: Koyun ya da keçinin yukarıdan aşağı doğru yönlendirilmesi ya da yönlenmesi.

Yorumlar kapatıldı.