İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ANKARA BÜROKRASİSİNDEN BİR ÂLİM GEÇTİ: ESKİ TÜRK DİL KURUMU BAŞKANI MUSTAFA S. KAÇALİN

ANKARA BÜROKRASİSİNDEN BİR ÂLİM GEÇTİ: ESKİ TÜRK DİL KURUMU BAŞKANI MUSTAFA S. KAÇALİN

Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesinde, 2002 yılında tanıdık Doç. Dr. Mustafa S. Kaçalin’i… Hoca herşeyi ile nevi şahsına münhasır bir kişiydi. Kırgız, Kazak, Özbek, Tatar ve Uygur gibi öbür Türk topluluklarından gelen öğrenciler dâhil herkeste derin bir saygı oluşturuyordu. Aslında Hoca Osmanlının son temsilcilerinden gibiydi hâl ve hareketleriyle… O havası ve vakarı etkiliyordu insanları.

O yıl Osmanlıca dersimize girmişti. Tahtaya harfleri öğrencilerin tamamı görsün diye çömelerek yazarken sınıfta oluşan hayreti dün gibi hatırlıyorum.
“Sınıf size aittir. Ben misafirim. Kapıyı çalmadan dilediğiniz gibi evinize girip çıkın…” dediğinde o güne kadar lise öğrencisi muamelesi gören bizler birden Üniversiteli oluvermiştik.

Hatırlıyorum da liseden kalma öğretmenler odası korkusunu henüz üzerimden atamamışken korka korka odasına girmiş ve sormuştum: “Hocam Osmanlı harfli metinlerin başlangıç zülfesi sağda mıdır yoksa solda mı?” Soruyu cavabı için değil de muhatap alınmak ve bir hocanın rahle-yi tedrisatına girebilmek için öylesine sorduğumu itiraf edeyim.

Hoca ne mi yaptı?

Yerinden kalktı ve odasındaki kitaplıktan harfin başlangıç tırnağına misal olacak bir örnek aradı. Eserlerin hepsi matbu olduğundan bulamadı ve “Oğlum şimdi bir cevap veremiyorum. Sonra tekrar gel. Ben bir örnek bulup sana göstereyim.”

Şimdi diyeceksiniz ki “Canım, önündeki kâğıda yazıverseydi ya!” Öyle olsaydı unuttuğum binlerlerce bilgiden birisi olacaktı bu bilgi. Belki bilgi çok mühim değil biliyorum da metot o güne kadar hiç görmediğim bir metottu.

YUNUS EMRE MİSALİ SUSMA ORUCUMUZ

Hocanın odasına devam ediyorduk. Hani Taptuk Emre, Yunus Emre Hazretlerine “Ben bilmem” tesbihini verir ve başka şeyleri konuşmasını yasaklar ya… Biz de odaya giriyor ve Hocanın bize faydalı olacağını düşündüğü metinleri saatlerce sessizce tashih ediyorduk. Hoca bizi tashih ediyordu dersek daha doğru olur sanırım.
Bize sunulan bilgiyi sorgulamayı Hocadan öğrendik. “Biri size adınızı sorarsa kimlik kartınızı çıkarıp bakın ve öyle cevap verin.” dediğinde pek bir şey anlayamamıştım. Zamanla metinlerde verilen birçok bilginin birincil kaynaklara bakıldığında aslında yanlış olduğunu öğrendiğimde anladım bu cümlenin ne anlama geldiğini. Hoca çoğunlukla kuyudaki taşı çıkaran kırk birinci kişi oluveriyordu.

KAÇALİN HOCANIN BİR GÜNÜ

Hoca Üniversiteye sabah namazını kıldıktan sonra halk otobüsü ile gelir, temizlik görevlileri ile birlikte girdiği üniversiteden akşam namazında çıkardı.
Dersimiz olmadığında odasına giderdik ve önümüze konulan metni tashih ederdik. Bir ara Hoca bilgisayarın başına çağırır ve yıllarca biriktirdiği bilgiyi bize beş dakikada aktarıverirdi.

Hayran hayran on parmakla çeviriyazılı metni nasıl yazdığına bakardık. Başı bize dönük derin bir konuyu anlatırken bir taraftan da çalışmasına devam ederdi. Girdiği dersler haricinde aralıksız bir şeyler çalışırdı. Her bilgiyi birincil kaynaktan teyit ederdi. “Buna da bakılmaz ki canım!” diye içimden geçirdiğim birçok bilginin yanlış çıktığını görünce “İlmin şüphe olduğu”nu anlamıştım.

Gereğinden fazla yemek yemeği lüzumsuz görür ve “ölmeyecek kadar yiyince yeter” derdi. Önümüze koyduğu bir atıştırmalığı ya da içeceği sol elimizle yiyorsak hiç erinmeden yerinden kalkar, önümüzdeki kitap ve tashih sayfalarını sehpanın soluna doğru kaydırır ve yiyecek-içecekleri sağ tarafa koyarak “sağınızla yiyin” derdi.
Hocanın takkesiz namaz kıldığını hatırlamıyorum.

Vakit namazlarının sünnetlerini terk ettiğini hatırlamıyorum.

Namaz söz konusu olduğunda “dünyanın işi bitmez namazımızı kılalım” derdi ve birden canlanır, abdestini bir sporcu çevikliği ile alarak namazını kılardı. Akşam namazı sonrasında “Huvallahüllezi” yatsı namazı sonrası “Amenerrasulü”yü okumadığı bir namazı hatırlamıyorum. Bunları niçin mi yazıyorum. Maksadım hocanın evliyadan olduğunu iddia etmek değil. Hazreti Resulün sünnetlerine ne kadar bağlı olduğunu tarihe not düşmek.
“Müslümanın yediği de ısırdığı da temizdir” der ve ısırmış olduğunuz bir yiyeceği israf olmasın diye sünnetleyiverirdi.
“Allah c.c. ‘Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz.’ (Kur’ân 6/141, 7/31) buyuruyor. Demek ki israf yemede ve içmededir. Diğerleri sonra gelir.” der ve yiyecek israfına asla tahammül etmezdi.

Bir kâğıdı dört defa kullanır. Kenarlarında boşluk kalmışsa oraları da not almak için kullanırdı. Tashih için bize çıktı alacaksa yarısı boş kalmış müsveddeleri keser; bantla yapıştırır ve bunlardan bir A4 kâğıdı oluşturarak buna çıktı alırdı. En küçük parça kâğıdı normal çöpe attığına şahit olmadım. Bu hususta asla erinmez; kimseden rica etmez ve yerinden kalkarak kâğıt çöpüne atardı.

“Japonlar bir kâğıdı 8 defa kullanıyormuş; nasıl yapabildiklerini bir türlü çözemedim.” dediğini hayretle dinlediğimi hatırlıyorum. Biz yarım iki A4’ü bantla yapıştırıp çıktı almasına hayret ederken o bir kâğıdı sekiz defa kullanmanın derdine düşmüştü.

Öğle yemeği yemez ikindiye doğru bir kaç atıştırmalık ile öğünü geçiştirirdi. Üzüm, ceviz ve süt ürünleri reddemeyeceği yiyeceklerdi. Bize “Hazreti Peygamber Efendimiz Miraca çıktıklarında kendisine iki kadeh sunuldu. Birinde şerbet, birinde su, öbüründe süt vardı. O sütü tercih etti. Süt ilimdir.” derdi ve yiyeceklerin yanına süt ya da ayran almamızı tavsiye ederdi.

“Gençlik hevesi ile kola içmeğe heveslenirdik. O zaman paramız yetmezdi. Şimdi param yetiyor ama kola almıyorum.” der ve asla asitli bir içeceğe ağzını sürmezdi.
Kımız hocanın millî içeceğidir, dersem yalan söylemiş olmam. Kımızı sevdiği kadar hiç bir içeceği sevdiğini zannetmiyorum.
Odasına bir şeyler sormak için girip çıkan akademisyenin haddi hesabı yoktu. Kırgızların meşhur Türkoloğu Çetin Cumagulov ile ortak bir metin çalışırdı. Çetin Bey çok saygılı bir şekilde Hoca’ya sorular sorardı. Hoca da Çetin Bey’e “Bu kişi âlimdir” diyerek çalışmalarını takdir ederdi.

HOCA KAYNAKÇA GİBİYDİ

Hiç unutmuyorum bir gün şimdilerde kerli ferli bir profesör olan bir Türkolog “Ya hocam şu kelimeyi bir türlü çözemedim.” diye şikâyetlenerek odasına girmişti. Hoca uzun uzun kelimeyi anlattı ve soran hoca çıkınca bize dönerek: “Bu kelimeyi öğrenmem tam yarım günümü almıştı. Kelimeyi çözemeyince bir papaza gidip sordum. Papaz bana 9 tane dil sayarak hangi dilde size anlatmamı istersiniz, dedi.” diyerek çalışmasına devam etti. O papazın çalışkanlığına atıfta bulunuyordu. Biz bir kelime için harcanan yarım güne hayret ediyoruk. Bilgiyi asla kimseden saklamazdı.

Birisi kendisine bir soru sorunca bazen günlerce o konuyu çalışırdı. “Ben hep başkalarının sorularını çalışırken bilgiyi öğrendim.” derdi. Başka bir hocanın eserini bir ay boyunca âdeta bir daktilograf gibi yazdığını ve bilgileri ince ince tashih edip titizlenerek bir kitap hâline getirmişti. Sanki kendi eserine çalışıyormuş ve hemen basması gerekiyormuş gibi samimi çalışırdı böyle eserleri…

Hoca ortalıkta yok ise mutlaka bir konuda ana kaynaktaki bilgiye bakmak için kütüphaneye inmiştir. Evden geliş, kütüphane, oda ve eve gidiş hayatı böyle geçerdi.
Ha, unutmandan arada bir bizim yarı pişmiş pilav davetlerimize icabet ederdi. “Bize adam yerine konulmayı fiilen gösterirdi.” dersem yalan olmaz. Zira başka bir hocamızın kendisine “Ya hocam öğrencinin evine mi gidilir?” deyip öğrenciyi küçümseyici birçok ifadeyi sıraladığını ve bize duvar muamelesi yaptığını travmatik bir şekilde hatırlıyorum.

KADERE KATIKSIZ İMANI

Hoca Allah’ın (c.c.) kendisine çizdiği kader çizgisine asla itiraz etmezdi. Sıkıntıları ile ilgili birini diğer bir kişiye şikâyet ettiğine şahit olmadım. Spor ve siyaset konuşmaz ve hâlden bahsetme haricinde boş lafları terk ederdi. Zaten zekâ olarak da bunlara tahammül edemezdi. Bizden hasıl olan boş laf çoğaldığında yüz ifadesinden anlardınız rahatsız olduğunu.

Dedikodu, şahıslar arası çekişmeler, politika, faydasız bilgiler Hocanın tahammülünü zorlayan ve nezaketen tahammül etse dahi yüzünden duygularını okuyabileceğiniz mevzulardı.

Üniversitede görevlendirilmesi yenilenmeyip Marmara Ünversitesi’ne döndüğünde kendisini sevmeyenler sevinmişlerdi ama Hoca tam bir tevekkülle karşılamıştı. Allah’tan başka kimseye rica, minnet etmezdi.

Kendisini İstanbul’da ziyaret ettiğimizde bize: “İyi ki görevimi uzatmamışlar bu durum hemen Umre’ye sonra Hacca gitmeme vesile oldu. Ayrıca bölüm başkanlığını da dönünce verdiler. Her işte bir hayır vardır.” diyerek memnuniyetini dile getirmişti.
Allah’ın kendisine takdir edeceğinden fazlasına hiç kimsenin gücünün yeteceğine inanmaz ve hadiselere ibret nazarı ile bakardı.

FETÖ’YE 2003 YILINDAKİ BAKIŞI

Bir gün Fethullah Gülen ve ekibinin İngilizceye Türkçeden daha çok önem verdiği hususunu uzun uzun anlattıktan sonra “Bir kişinin ikamet ettiği mekân aynı zamanda onun tarafını da belli eder. Gülen ve ekibinin CIA bağlantılı olduğunu yakında görürsünüz.” dedi. Bu grubun yanında bir kaç grup daha saydı ki onların adını şimdi yazmayayım.

2003 yılında Gülen ve CIA bağlantısı kurabilmek için çok derin bir ferasete sahibi olmak gerektiğini bilmiyorum yazmama gerek var mı?
Kur’ân ve Hadis kitapları -ki Riyâzu’s-Sâlihîn’i özellikle zikrederdi- dışında dinî bir kitap tavsiyesinde bulunduğunu hatırlamıyorum.
Her gün Hazret-i Peygamberden bir kaç cümle okumak gerektiğini, sohbetlerin odağına Kur’ân ve hadis-i şeriflerin konulmasının gerekliliğini telkin ederdi. Bu tavsiyeden sonra kocaman bir deftere uzun uzun notlar alarak Riyâzu’s-Sâlihîn’i okumuştum. Hâla oradan kalan bilgilerden besleniyorum.
Çalıştığı bir metinde Kur’ân’a atıf varsa mutlaka o ayetin meâlini dipnotta yazardı. Kur’ân’ı bir dil kaynakçası olarak kullanan nadir kişilerdendir sanırım Hoca. Metin Hadis-i Şerif’e gönderme yapıyorsa mutlaka sahih hitaplardan o Hadis-i Şerif’i bulur ve kısmen verilmişse hadisin tam metnini dipnota eklerdi.

DUNGAN MESCİDİNDE

Hoca ile çıktığımız bir gezide vakit namazı için cami sorduk. Yakınlarda Müslüman Çinlilere yani Dunganlara ait bir mescit olduğunu söylediler. Kırgızlar bu mescidi kullanmıyorlardı. Dunganlarla vakit namazını kıldık ve çıkınca bizim namaz takkelerimizin olmadığına vurgu yaparak: “Bakın Dunganlar takke sünnetine nasıl riayet ediyorlar. Sünnete sarılıyorlar. Vakit Hazreti Resulün en küçük sünnetine dahi sarılma vaktidir.” diyerek bize Peygamber Efendimizin sünnetine sarılmanın önemini anlatmıştı. Yalnız anlatmazdı aynı zamanda tavizsiz uygulardı. Sadece anlatmış ve yaşamamış olsaydı muhakkak bu kadar etkili olmazdı.

TÜRK DİL KURUMU BAŞKANLIĞI

Türk Dil Kurumu Başkanlığına atandığında talihsiz bir dönemin başlangıcıydı. Duyduğum kadarı ile Türk Dil Kurumunda birçok komisyon, kurul, çalışma grubu adı her ne ise tümden lağvedilmişti.

Hocanın elleri kolları bağlanarak denize atılmış ve yüzme yarışmasında birinci olması istenmişti âdeta. Prof. Dr. Şükrü Haluk AKALIN Hoca dâhil olmak üzere kendisinden önceki Başkanların ellerinin altlarında bulunan komisyonlar olmadan Sarı Saltuk, Battal Gazi gibi tek başına kahramanlık yapması beklentisi oluşmuştu kamuoyunda…

Hani fıkrada Temel elindeki çekirgenin son bacağını koparınca kadar her “zıpla” deyişinde çekirge zıplar. Son bacağı kopardıktan sonra çekirge kımıldayamayınca teşhisi koyar: “Çekirgenin bütün bacaklarını koparınca kulakları duymuyor.”
Hocanın kendisinden öncekilerin başarılı çalışmalarının üzerine bir o kadar tuğla koyabilmesi için bütün bacakları kopartılmıştı. Aslında TDK’nin yeniden yapılandırılması öngörülmüştü anladığım kadarı ile fakat bu yapılandırma bir türlü gerçekleşemedi. Üstelik buna bir de 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında az da olsa çalışmakta olan kurulların askıya alınması da eklenince bırakın bacakları kopartılmayı gövdenin yarısı kesilmişti dersem abartmış olmam.

HOCAYI YÜZ PROFİLİNDEN ÇOK AZ KİŞİ TANIR

Hocanın bulunduğu bir ilmî ortamda dinlemiştim. Dilbilimci bir akademisyene eşi bir gün sormuş:
– Ne yapıyorsun Bey?

Hoca yüzünü dönmeden cevap vermiş:

– Vankulu’na bakıyorum.
Eşi cevabı yapıştırmış:

– Biraz da dönüp ben kuluna baksan!

(Alandan olmayan için yazayım müellifi Vankulu Mehmet Efendi olan “Vankulu Lügatini” kastetmiş akademisyen.)
Yine müteveffa bir hocanın eşine ölümünden sonra sormuşlar:

– Efendim eşiniz Beyefendiyi nasıl hatırlıyorsunuz.

– Ensesinden hatırlıyorum, demiş. Hoca sürekli duvara dönük bir şekilde durmadan çalışırdı. Yüzünü pek görmezdim.
Biz öğrencileri de Kaçalin Hocayı yan profilden hatırlarız. Bir derdimiz var ve saygısında yüzünü dönerek dinlemesi gerekmiyorsa çalışmasına asla ara vermeden sürekli çalışırdı Hoca.

Hoca TDK’da âdeta tek kişilik bir kurul gibi çalışıyordu. Ziyaretine gittiğimizde makam koltuğunda oturduğuna hiç şahit olmadım.
MAC’ini hemen girişin soluna kurdurmuştu ve girince bilgisayarın önünde yüzlerce, tashihi yapılmış sayfanın düzetmelerini girdiğini görürdük.
Toplantı masasının bilgisayara yakın olan kısmı tashih yapılarak bilgisayara girilmiş müsvettelerler dolardı.

MANAS ÜNİVERSİTESİNDE HOCANIN ÇALIŞTIĞI REKTÖRLERİN GÖZÜNDE KAÇALİN HOCA

Hocanın Manas Üniversitesine geldiği zaman rektörlükte Prof. Dr. Arif ÇAĞLAR bulunuyordu. Bizim tanımamız ve ortalıkta görmemiz pek mümkün olmayan bu rektörü kişilik olarak hâliyle biz öğrenciler pek tanımazdık. Sert görünümlü bir kişiydi. Rektörün bizim en çok sevdiğimiz yanı Ramazan ayında iftar yemeklerimizi çıkarıyor olmasıydı. Günde dokuz saat derse girdiğimizden bu yönü ile takdir toplayan rektör bir gün pat diye Kaçalin Hocanın odasına daldı.

– Çalışkan Mustafa nasılsın, dedi.

Bunu biz biliyorduk ama rektörün bu kadar akademisyen arasında Hocanın çalışkanlığını biliyor olması bizi hayrete düşürmüştü. Öğrenciler arasında muhafazakar olarak tanınmayan bu rektörün muhafazakar bir hocayı övmesi bizim için elbette hayret verici idi.
Derken Rektör değişimi oldu ve Prof. Dr. Reşat Genç Hoca rektör olarak atandı. Milliyetçi kimliği ve sert görünümü ile Reşat Hoca bir gün topluluk önünde Türk akademisyenlerin güvenlik görevlilerinin kendilerine sürekli kimlik sormalarından çok fazla şikâyet etmeleri üzerine:

– Ya sizin için çıkaracağımız özel yaka kartlarını girişte yakanıza takıp girin içeri ya da Kaçalin gibi sabah erkenden gelin akşam geç vakitte çıkın ki güvenlik görevlileri sizi iyice tanısınlar ve kimlik kartı sormasınlar, demiş.
Akademisyenler bunun üzerine şikâyet etmeği bırakmışlar.

“ÜÇ ÇOCUĞUMU KAYBETTİM”

Hoca “Mukaddimetü ’l-Edeb” dâhil olmak üzere ince ince çalıştığı ve çeviriyazısıyla aylarca uğraştığı üç çalışmasını bilgisayarına virüs bulaşması sonucu kaybetmişti. Ağlayarak “Ben üç çocuğumu kaybettim.” demiş. Hatırlıyorum da on gün kadar yasını tutmuştuk. Kurtarılması için çırpındık ama gitmişti bir kere… Şükürler olsun ki bize düzeltmemiz için verdiği çıktılar elimizdeydi. Toparladık bunları ama her hâlükârda birkaç aylık emeği çöpe gitmişti ki her gün on saate yakın bir çalışmadan bahsediyorum.

KIRGIZ, KAZAK, ÖZBEK, TATAR, UYGUR, ŞOR GİBİ DİĞER TÜRK TOPLUKLARINDAN GELEN ÖĞRENCİLERİN GÖZÜNDE KAÇALİN HOCA

Hoca dersine girdiği sınıflarda ilmi ve kişiliği ile derin bir saygı oluşturmuştu. Diğer Türk topluluklarından gelen öğrenciler dersinden kalsalar dahi hocanın adaletsizlik yapmayacağını bildiklerinden ona karşı saygılarını asla bozmazlardı. Hocanın uçsuz bucaksız zekâsı bizim gibi onları da hayretler içerisinde bırakıyordu. Bunu hararetli bir şekilde aralarında konuşurlardı.

Yine bizde olduğu gibi aslında onların takdirini kazanmasındaki en büyük sebep Hocanın her kesimden insana “insan gibi” muamele etmesi idi. Hoca öğrencilerine asla çocuk muamelesi yapmazdı. Bu da her millette karşılığını bulurdu elbette. Hoca ile konuşmuş olmak öğrencilerin arkadaşlarına anlatacağı önemli bir hadise idi.
Hoca öğrencilerin davet ettiği etkinliğe katılır ve onlarla beraber yer, içer gerekirse oyunlarına dâhil olurdu. Bunda asla yapmacık davranmadığından herkesin kalbinde saygın bir yer edinmişti. Hocanın o dönemde öğrencisi olmuş ve bir vesile ile Türkiye’yi ziyaret etmiş bu arkadaşlarımız İstanbul’da mutlaka Hoca’yı ziyaret ettiklerine şahit oluyoruz hâlâ…

HOCANIN BOŞ ZAMANI

Hoca için boş zaman diye bir kavram yoktu. Hep çalışır görürdük onu…
Hoca için televizyon denilen kutu henüz icat edilmiş bir cihaz değildir. Türk Dil Kurumuna atandığı günden vazifeyi devrettiği ana kadar büyük ekranın önünde Osmanlı harfli kocaman bir Osmanlı Haritasının bulunduğunu ziyaretine giden herkes görmüştür herhâlde.
Mesai saatleri dışında çalışırken arada sırada Türk sanat müziği ya da Türk Halk müziği dinlerdi. Emel Taşçığolu’ndan “bayamdan bayrama” türküsünden etkilendiğini, buradaki hadise akışını nasıl anlattığını hatırlıyorum. Türk sanat müziğindeki makamları iyi bilir.
Ankara’da fırsat buldukça haftada bir akşam liseden hocası olan Mustafa KILIÇ Hocanın evindeki musiki meşkine katıldığını biliyorum. İki, üç kere de bizi götürmüştü.

SOSYAL MEDYAYA BAKIŞI

Hoca internetin bilgi edinme dışında kullanılmasının zaman israfı olduğunu düşünürdü. Kendisini ikna etmek için döktüğümüz onca dile rağmen asla bir sosyal medya hesabı olmadı. Hatta MAC ve Word gibi programlarda ileri derecede bilgi sahibi olmasına rağmen başka bir program öğrenmeyi reddederdi. “Bütün programları ben öğrenmeye kalkarsam zaman kaybederim. Bazı şeyleri öğrenmektense bir bilene sormak daha fayalıdır.” derdi.

CEMİL MERİÇ VE HOCA

Hocadan dinlemiştim. Cemil Meriç ile bir ara kütüphanede karşılaşmışlar.

– Oğlum sen ne çalışıyorsun, diye sormuş.

– Atasözleri çalışıyorum efendim, deyince Cemil Meriç.

– Boş işlerle uğraşıyorsun, deyip yürümüş.

Hoca bu anısını anlattıktan sonra eklemişti:

– Rahmetli benim dil üzerine çalıştığımı bilmiyordu. Bilseydi bunu söylemezdi.

Yıllarca atasözleri üzerine çalışmış olan Hocanın yerinde kim olsa elindekilerle onlarca kitap çıkarabilirdi. Ama hoca bunu yapmadı.
– Bir kitap bazen kırk yılda çıkar. Hemen kitap çıkarmak doğru değildir. Bazen sen ölürsün senin kitabını bir öğrencin çıkarır, derdi.
Nitekim kendisi hocası Ali İhsan Yurt Hocanın Akşemseddin adlı kitabını böyle çıkarmıştı. Bu kitabın kendisine günde on saat çalışarak bir buçuk yıla mal olduğunu söylemişti.
Vefa, Hoca için asla bir semt adı değildi. Hocalarını hep hayırla yad ettiğine şahit olmuşuzdur.

ALİ İHSAN YURT HOCA VE KAÇALİN HOCA

Hoca “Hocamdan dinlemiştim.” dediyse anlardık ki Ali İhsan Yurt Hocadan bahsediyordur. Malum, Ali İhsan Hoca son kayiflerdendi. Bununla ilgili epey hadise nakledilir.

Ben Kıyafetname ilmine ilgi duyduğumdan bir gün Hocaya sordum.

– Ali İhsan Hoca sizin hayatınızla ilgili bir firaset meselesi söylemiş miydi?

– Bir gün bir hocam hakkında bana sordu. Bu senin hocan mıdır? Ben de evet dedim. Oğlum buna dikkat et bunun suratı firaset ilmine göre hiç iyi değil, bundan sana ömür boyu zarar gelecek dedi.
2003 yılında dinlemiştik bu anekdotu. Hocaya ısrarla sorduğumuz hâlde bu kişinin kim olduğunu öğrenememiştik.
Ben Ali İhsan Yurt Hocanın firasetname ilmi açısından hangi kaynaklardan beslendiğini merak ediyordum. Bir kaç farklı zamanda sordum.

– Hiç bahsetmezdi. Onunki Allah vergisiydi ve bir tek kitapla ilgili bir bilgi değildi sanırım, dedi.
Ben Ali İhsan Hocanın kitap listesini hâlâ çok merak ediyorum. Ali İhsan Hoca bunlardan hangisinden beslendi acaba?
ESKİ TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANI PROF. DR. ALİ BİRİNCİ’YE GÖRE KAÇALİN HOCA
Bir gün zamanımızın Ali Emiri Efendisi diyebileceğimiz Eksi Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ali BİRİNCİ Hocayı Ankara’da ziyaret etmiştim. Hoca lisansta tarih derslerimize girmişti. O zamanlar kendisi ile fırsat buldukça Bişkek’in sahaflarını gezerdik.
Tarih mevzuunda deha derecesinde ayrıntılı bilgiye sahip olan Ali Hoca insanları tanıma ve hadiselere vukufiyet açısından da bir dehadır.
Kaçalin Hoca o zaman henüz Türk Dil Kurumu Başkanlığına atanmamıştı. Sohbet dönüp dolaşıp Kaçalin Hocaya gelince Ali Hoca:

– Mustafa bu dünya için fazla iyidir, demişti.

MEHMET ŞEVKET EYGİ VE KAÇALİN HOCA

Geçen yıl kıymetli bir ağabeyim, kendisine duyduğum derin saygıyı bildiğinden gençlik yıllarından beri evine gidip geldiği Mehmet Şevket EYGİ Bey ile tanıştırmayı teklif etti. Hemen kabul ettim. Önce kendisine haber verelim, dedi. Aramış ve benimle birlikte ziyarete gelmek istediğini söyleyince “Delikanlı kimdir” demiş. Mehmet Şevket Bey tanışacağı kişilere çok dikkat edermiş. Ağabey “Mustafa Kaçalin Beyin talebesidir efendim.” deyince “Ha, tamam o zaman gelsin.” demiş.
Kaçalin Hoca “Mehmet Şevket EYGİ Bey tek başına bir üniversite gibidir.” derdi.
Hocanın gençliğinde Mehmet Şevket Bey Hoca’ya “Namazını hangi camide kılıyorsun?” demiş. Sonra eklemiş “Sana namaz kıldığın için aferin diyeceğimi düşündün değil mi? Namaz camide kılınır. Evde kılmağa ise müsaade edilmiştir.” demiş. Hoca “Mehmet Şevket Bey o gün bana camiye devam etme alışkanlığını hediye etmişti”, derdi.

ÇOCUK YETİŞTİRMEDEKİ TAVSİYESİ

Hocaya göre kişi çocuğu yetiştirme noktasında telaşlanmamalıdır. Kişi kendi davranışlarını düzeltir ve düzgün davranırsa çocuk ona uygun yetişir. Eş ve çocukların hakları üzerine bir gün söylediği şu söze hayret etmiştim:
– Eve kütüphaneden gelen bir baba ile meyhaneden gelen bir baba arasında çocuğun gözünde hiçbir fark yoktur. Çocuk evde baba görmek ister. Bayram, kandil gibi özel günlerde elinizde hediyelerle çocuklarınızın yanında bulunun. Akşam mutlaka evinize erken dönün ki çocuk hayatında sizi taklit eder. Böyle örnek olunur, aile olunur.
Annenin çocuk terbiyesindeki önemli rolünü ve çocuğun doğru veya yanlış hareketinin anne tarafından anında ödüllendirilmesi ya da cezalandırılmasının öneminden bahsederdi. Aileyi ve toplumu ayakta tutan en temel yapının anne olduğuna vurgu yapardı. Hocaya göre annelikten daha ileri bir meslek ve iş olamaz kadın için… Ona göre aile bozulursa her şey bozulur ve içtimai hayat çökerdi.

HACI BAYRAM-I VELİ HAZRETLERİ BİR MÜRİDİNİ İSLAMBOL’A GÖNDERDİ

Ali İhsan Yurt Hocanın notlarını uzun zaman çalışarak Hacı Bayram-ı Veli’nin, Fethin Manevi Fatihi diye anılan müridi Akşemseddin Hazretlerinin kitabını çıkardığından mıdır bilemiyorum Hoca Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin huzuruna her Cuma sabahı koşardı.
Göreve başladığı günden beri Ankara’da olup da Cuma günü sabah namazlarını Hacı Bayram Camii dışında kılmamıştır. Biz bir kaç defa eşlik etmeyi denedik sebat gösteremedik.

Her sabah imsak vaktinde uyanan hoca âdeti olduğu üzere bir cüz Kur’ân okur ve günlerden Cuma ise hemen Hacı Bayram’a giderdi. Sabah ikram edilen çorbadan bazen içip iş yerine geçerdi.

Yeri gelmişken, hocaya bir gün birisi “Hocam günde bir cüz okuyormuşsunuz, doğru mu”, deyince Hoca biraz utanmış. “Okuyordum ama o kadar okumuyordum. O günden sonra bir cüz okumağa başladım. Ayda bir hatim indiriyorum”, demişti.
Hacı Bayram’daki sabah namazlarında en çok sevdiği şey vaiz ve imamın uyumu idi. Vaiz Efendinin mevzuyu Kur’ân ve Hadis’in dışına çıkmadan, işe İsrailiyat karıştırmadan anlattığını; imam efendinin ise vaiz efendinin anlattığı kısımları namazda okuduğunu söylüyor ve bu ikili uyumdan çok haz aldığını her gidişimizde dile getiriyordu.

Akşemseddin Hazretlerini çalışırken yakından tanıdığı Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerine çıkışta bir Fatiha okur ve işine öyle geçerdi.
ANKARA BÜROKRASİSİNDEN BİR MUSTAFA S. KAÇALİN GEÇTİ
Hani Çorlulu Ali Paşa’ya ithafen Urfalı Şair Nâbi’nin yazmış olduğu meşhur “görmüşüz” redifli şiir vardır ya… Aslında bürokrasiyi özetleyen ve güncelliğini hiç yitirmeyen bir şiirdir bu. Bir beyti şöyledir:

Çok da mağrûr olma kim meyhâne-yi ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz.

[= Makam, mevki sahibi olunca zafer sarhoşu olma; zîrâ böylesine sarhoş olup sabah olup uyanınca baş ağrısı çeken binlercesini gördük.]

Bu hükümler Hoca için hiçbir zaman geçerli olmadı.
Hocanın içinde çalıştığı kurumların binalarının hizmetli kadrolarından başlayıp en yüksek makamdaki kişilere kadar sorulsun -hakkaniyeti elden bırakmayan herkes şahitlik edecektir ki- Hoca asla bir sarhoşluk içine girmemiştir. Humar sancısını da madden ve manen bilmez.
Hocanın hayatına şahitlik ettiğimiz kısmında “Ben Prof. Dr.” diyerek başladığı cümleyi hatırlamıyorum.
Mecliste güvenlik görevlisi olan bir tanıdığı bir gün Hoca’ya “Hocam, meclise ilçelerden, illerden ya da değişik makamlardan her kim gelirse cümleye coğunlukla şöyle başlıyor: ‘Ben kimim sen biliyor musun?’ Biz bilsek ne değişecek ki Hocam… Artık bu duruma o kadar alıştık ki gülüp geçiyoruz.” demiş.
Hocanın “Ne kadar ayıp bir şey… Ne kadar ayıp bir şey…” diye tekrar edişini hatırlıyorum.
Hasıl-ı kelam netice-yi meram: “Ankara bürokrasisinden bir Mustafa S. Kaçalin geçti.”
Hocaya Allah uzun ömür versin. İlim adamı ve adam pek az yetişir oldu memleketimizde. Allah nice güzel eserleri yazmayı, nice öğrenciler yetiştirmeği nasip etsin. “Âlimler peygamberlerin varisleridir.”diyor Efendimiz.

Hoca bu veraseti ilmen ve ahlaken en çok hak edenlerdendir.

Bırakın haram yemeği helâli dahi haddinden fazla yemekten kendisini alıkoymuş kaç Müslüman kaldı. Son kalanların temsilcilerindendir Hoca. Hocanın âlim yanını dostları da –varsa- düşmanları da bilir. Ben insan yüzünü anlatmağa çalıştım. Hürmetle ellerinden öperim.
Mustafa KAYIHAN
Ankara-2018

Yorumlar kapatıldı.