İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yaylada Oğlakları Yatağa Alıştırma

Yaylada çadır kurulup ince işler hatun kişilerin maharetli ellerine bırakıldıktan sonra erkekler hemen söğüt ağaçlarının istinat direklerini oluşturduğu keçi ağılını çakarlardı.

İpliklinin söğütleri geçen yıldan bol miktarda taze kol verdiğinden bacak kalınlığındaki bu sırıklar hemen çit duvarı şeklinde söğütlere çakılır ve çitin etrafı karamık, alıç, itburnu gibi dikenli ağaçlardan budanan çalılarla çevrilirdi. Bu mekan sağmal keçilerin kolaylıkla yakalanıp sağıldıkları yer olurdu.

Keçiler ikindi vakti sağılıp oğlaklar yatağından geldikten sonra emiştirilir ve birlikte yaylıma çıkarlardı. İlk zamanların en zor işlerinden birisi oğlakların yatağa alıştırılması idi.

Keçi, teke, gezem ve çebiçler geçen yıldan yataklarını bildiklerinden hemen yerlerine giderler fakat oğlaklar bir tepe aşımı mesafedeki söğütlerin altındaki yataklarına bir ay kadar bir sürede alışırlardı. Bu alıştırmada en önemli ayak elemanı çocuklar yani biz olurduk.

Sürü oğlakları ile birlikte yayılımdan geldikten sonra akşam karanlığında oğlak ve keçiler ayrılır, oğlaklar keçilerin sağımı için hazırlanan ağıla kapatılarak sabaha kadar güvende olmaları sağlanırdı.

Tabiİ bu ilk zamanlar için böyleydi. İlerleyen zamanlarda oğlakların ve keçilerin ayrı ayrı yayılıma çıkarılması söz konusu olurdu. Burada oğlak çobanının kim olabileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek…

İlk zamanlar oğlakların keçilerin ağılında tutulmasındaki maksat kurttan korumak ve annelerinin sesini duyup keçi sürüsüne doğru dağa kaçmalarını önlemekti.

Sabah şafakla birlikte oğlaklar ağıldan çıkarılır, buzağılar iplerinden bırakılır ve her ikisi de yataklarına gönderilirdi.
Keçilerin eve geliş saatleri saat dokuz civarında güneşin iyiden iyiye yakıcı olmasına yakın olurdu. Bu arada oğlaklar da ot yemeye başladığından dağın bir tarafında keçiler otlatılırken diğer tarafında oğlaklar güdülürdü.

Gütme işlemi bir ay kadar alıştırmadan ibaret olur bir müddet sonra oğlaklar hem yaylım yerlerine hem de yataklarına alışırlar arada bir süt akıllarına geldiğinde çıkar gelirler o arada zaten meleye meleye geldiklerinden biz yerimizden fırlar ve tekrar yataklarına götürürdük. İkindiye kadar bazen dört beş defa sütün o dayanılmaz lezzetini hatırladıkları olurdu.

Bir aydan sonra artık işler düzene girerdi. Oğlakları ağıldan çıkarmak, buzağıları bağından çözmek yeterli olurdu. Çadırdan yüz metre kadar uğurlama merasimi yapılır ve gerisi kendilerine bırakılırdı.

Köpekler keçinin yanında olmak zorunda idi. Evde kalan köpeğe yal verilmez ve sevgi gösterilmezdi. Keçinin yanında girmemekte ısrar ederlerse söğüt ağacından taze kesilerek ucu ateşte boston gibi bükülmüş tomakallı denilen değnekle bir güzel dövülür ve asli görevleri hatırlatılırdı.

Hayvan cezayı ne zaman aldığını, mükafatı ne zaman gördüğünü biraz acı tecrübe ettiğinden sürüyü bırakmaz ve kurda keçi kaptırmazdı. Hata kaza kaptırdı ise yine temiz bir dayakla cezası kesilirdi.

Bütün bunları zorbaca bulabilir bazı insanlar fakat yüz yıllardır uygulanan bir terbiye sisteminin tezahürüdür bunlar. Yanlış ya da doğru işe yarayan yöntem olarak bu benimsenmiş ve devam ettirilmişti.

Sığırlar yerli olmak zorundaydı. Zira melez ırkların dağa ayak uydurması çok zor hatta imkansız olduğu bilinirdi. Keçilerin çıktığı kayalıklara tırmanacak kadar maharetli hale gelen melezlere arı ve melez ırkların ayak uydurması mümkün değildi. Zira bunlar düz arazi için kültürlenmiş ırklar olduğundan ya bir uçurumdan düşüyor ya da kısa sürede hastalanıp ölüyorlardı.

İki tip sığır vardı. Birincisi yoz denilen dana, düve ya da kısır inekten oluşan grup; diğeri ise buzağılı inek denilen grup. Bunlardan yoz olanlar dağdan eve gelme ihtiyacı hissetmezler ve belirli bir bölgede sürekli dağda dururlardı.

Bunlar ara ara çoban tarafından sayılır eğer dağılmışlarsa bir yere toplanarak orada bırakılırlardı. Bir kaç kilometre mesafe yükseklikteki bu yozlar sürekli göz takibi altında bulunurlardı. Bunların yanından çadırdan kim gelip geçerse geçsin mutlaka kontrol eder ve çadır halkına rapor verirdi.

Ara ara bu yozların içene girilerek oraya buraya sürülürler ve yaralanıp sineklerin kurt attıkları bulunurlarsa çadırdan getirilen DDT gibi zehirlerle ilaçlanırlar ve günlük takibe alınırlardı.

Sağmal denilen sığırlar ise annelik içgüdüleri sebebi ile her gün dağ yolunu gider gelirlerdi. Bu sağmallar sabah sağımından sonra buzağılarından ayrılıp dağa çılarlar, buzağılar ise oğlak yatağının civarında yayılıma giderlerdi. Sağmalların geliş saati akşam ezanına yakın olurdu.

Sağmalın gelimine yakın buzağılar bağlanır, sıra ile burumsalıklı bir şekilde analarının altına alınıp aynı burumsalıkla analarının ön ayaklarına bağlanırlardı. Yavruyu altına yanaşmış gören ana strese girmez ve sağıma müsaade ederdi.

Buzağının hakkı olan süt memede bırakılarak sağım bitirilir ve burumsalık çözülürdü. Buzağı annesinin memesini alnı ile döve döve sütün geri kalanını sıyırır ve bir müddet sonra sütü bitip canı yanan ana yavrunun emmesine izin vermeyerek sığır yatağına giderdi.

Yatsı namazına doğru buzağılara hafif dokunmak sureti ile kendi yataklarına gitmeleri komutu verilir ve daha önce bağlı oldukları örmelerin bağlı bulunduğu kazıklara yanaşan buzağılar bağlanırdı. Bu sayede annenin gece boyu emilmesi önlenir ve sabah sütü alındıktan sonra tekrar bir emişme gerçekleşirdi. Sonrası malum sığırlar dağa buzağılar oğlak yatağı civarında yayılıma.

Aşırı sıcaklar haricinde sığırlar ve buzağılar gün boyu otlardı. Keçi ise ya gece yarısına kadar ya da sabaha kadar otlar gündüz sıcağında ise yatağında eşme denilen taş diplerinde, söğüt gölgesinde ikindiye kadar uyurdu.

İkindi vakti ağılda keçiler sağılır, oğlaklar yataktan gelir emişirler ve birlikte yayılıma çıkardı. Günlerin durumuna göre saat on ya da gece yarısına doğru ağıla gelen sürünün oğlakları ayrılır ve ağıla katılırdı.

Bu seremoni sütün iyice kesildiği, keçinin yüğrüşme zamanı denilen çiftleşme zamanına kadar sürerdi. Ne zaman ki süt iyiden iyiye azalır sürü artık ayrılmaz ve sağılmazdı.

Güze biraz çabuk geçtik ama Allah izin verirse bir sonrakinde yaylanın başka bir yüzünü anlatarak devam etme niyetindeyim inşallah.

Mustafa KAYIHAN
09.06.2017
Ankara

Yorumlar kapatıldı.