İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Koçbeyli Ceritlerinin Serüveni

Efendim, aidiyet meselesi herkesin merak ettiği mevzulardandır. Ben de çocukluğum ve gençliğim boyunca bu soruya yarım yamalak ve alaycı cevaplar aldım büyüklerimden. Bu alayın altında aslında biraz da bilmemezlik yatıyordu. Öğrenmek bana ne kazandıracaktı onu da bilmiyorum ama bu merakın bir faydasını gördüm.

Türkoloji bölümünü okumaya başladığım 2000 yılında üniversite kütüphanesinde cerit anahtar kelimesi ile araştırma yapmaya başladım. Derken bir kaynakta geçen bir hikayeyi çadırda Emine Ebemden dinlediğimi anımsadım. Emine Ebeminkini anlatayım kaynaktaki hikayeyi daha sonra anlatırım.

Ebem televizyonun olmadığı, radyonun pilin tükenme endişesi sebebi ile haberler haricinde açılmadığı yıldızlı gecelerde Hz. Ali’nin cenklerinden tutun da peri masallarına, bölgemizin mikrotoponomik yer adlarının hikayelerine kadar pek çok hikaye ve masal anlatırdı. Bunlardan bir tanesi Guzuyayılımının batısı, Gızatılandaş’ın güneydoğusu ve Kirezli’nin doğusunda yer alan Gavak’ın pınar başının hemen batısındaki düzün dağ ile birleştiği yerde bulunan bir mağarada geçiyordu. Hikaye şöyle:

Eskiden bir kadının pek çok çocuğu olmuş. Yine hamile kalan kadıncağız bir oğlan doğurmuş fakat bu çocuğu kaderine terk etmek isteyerek Gavak’daki bu mağaraya bırakmış. Kelimenin tam anlamıyla göçebe olduklarından güneye doğru çadırları kalkıp gitmiş. Kadının bu acımasızlığının bir bedeli olarak o yıl bir salgın hastalık sebebi ile kadının bütün çocukları ölmüş. Bîçare kadın göç tekrar Gavak’a konduğunda buraya bir erkek çocuk bırakmıştım diyerek mağaraya gitmiş. Mağarada kıllar içinde gürbüz bir erkek çocuğu bulmuş. Çocuk emzik niyetine baş parmağını emiyormuş. Çocuğun kendi oğlu olduğunu anlayınca çok sevinmiş fakat bu çocuğun bu zamana kadar nasıl yaşayabildiğini merak ederek mağara içine saklanıp beklemeye başlamış. Derken bir kurt gelmiş ve çocuğu emzirmiş. Kadının soyu bu çocuktan türemiş. Türeyiş Destanına benziyor, bu mevzu bu hususlarda biraz kitap okuyanlar bilir.

Neyse ebemin anlattıkları onlu yaşlarımdan hatırımda kaldığı kadar böyleydi. Şimdi kaynakta okuduğum hikayeye bakalım:

Ceritlerin Rakka’ya sürülmeleri ve iklimi beğenmeyip Anadoluya kaçmaları sebebi ile Osmanlı güç kullanarak bu hareketli boyu bir tampon bölge oluşturmak için ısrarla Suriye sınırına tekrar gönderiyor fakat Ceritler de fırsatını bulur bulmaz Anadoluya dönüyorlarmış. Yozgat’a kaçıp orada Çapanoğlunu savaşta yendikleri, Osmanlıya isyan eden Arap aşiretlerinin isyanlarını bastırdıkları fakat zorla iskan ettirmeye çalışan Osmanlı’nın gönderdiği Yusuf Paşa karşısında ağır bir yenilgi aldıkları biliniyor. Bedevi Araplarla ya da Avşarlarla yapılan savaşlarda mı yoksa Yusuf Paşa ile yapılan savaşta mı net olmamakla birlikte bir savaşta Ceritlerin bağlı bulundukları Beğdili’nin bütün erkekleri kılıçtan geçirilir. Beğdili boyu tekrar Suriyeye sürgün edilir. Beğdili boyunun reisinin hatunu üçüz oğlan doğurmuştur. Çocukların öldürüleceğinden endişe eden hatun sürgüne gitmeden önce çocukları dağdaki bir mağaraya bırakır. Bir kaç yıl sonra Beğdili boyu sürgünden eski yurtlarına döner. Kadın, hizmetçisi kadınla birlikte çocukları bıraktığı mağaraya gider; gördüğü manzara karşısında gözlerine inanamaz. Üç oğlu da ellerinin baş parmağını emerek sıhhatli bir şekilde yaşamaktadır. Çocukların kimler tarafından korunup beslendiğini öğrenmek isteyen kadın, bir kenara gizlenir beklemeye başlar. Gün batarken bir kurt ağzında yiyecekle gelir ve çocukları besler. Üç oğlunu alıp çadırına dönen ana, karayağız kıllı oğluna Kurt Karaca, ince uzun sırım gibi oğluna Cerit, kafası iri boynu ince oğluna da Boynuince diye ad verir. Daha sonra Türkmen obaları içinde bu üç kardeşin obaları, Boynuinceli, Karacakurt ve Cerit olarak anılır. Ceritler’in soyunun bu oğlandan geldiği rivayet edilir.

Hikayedeki benzerlik tatmin etmedi ise devam edeyim. Derken kitaplardan semboller üzerinde araştırma yapmaya başladım. Şahin pençesi, kaz ayağı, ok-yay gibi anlamlara gelen aşağıdaki damganın Beğdili, Dulkadiroğulları, Ceritlerle ilişkili olduğunu öğrendim. Yaz tatilinde bu motifi aramaya başladım ve eski mezarlıktaki şahidelerde buldum bu motifi. Duyduğum kadarı ile dağdaki bazı “tek mezer” diye adlandırılan taşlarda da aynı işaret varmış fakat ben gözümle görmüş değilim.

Yaz tatilinde bir ikindi namazı çıkışında cami cemaatine de konudan biraz bahsedince yaşlılardan eski cura çanlarında da aynı işaretin kullanılmış olduğunu öğrendim.

Mezarlıklarda bir kaç isimsiz taş üzerine yalnız bu damga kazılmıştı. En ilginci ise aynı sembolün yukarı bakar hali yeni mezar taşlarından bir kaçında vardı. Yaptıranlara sorduğumda Hacı Ömerlinin damgası olduğunu duyduklarını bu yüzden bu damgayı çizdirdiklerini söylediler. Temettuat defterlerinde bir kayıt var mı diye bakarken Afyonkocatepe Üniversitesinden bir tarihçinin yapmış olduğu yüksek lisans tezine rastladım. Tezde Şevikli hakkında şöyle yazıyordu:

“Karye toprağı ve Musalla ve Halillü ve Bodrum ve Şevikli ve Karşıyaka nam-ı diğer Derbend ve Armudlu ve Sarılar mezraları Eşkinci Tımarları bulunmuş olduğundan Karye-i Mezbur ahalileri bunlar ile ziraat etmekte oldukları” Yani vergi ödemedikleri için sözlü aktarım dışında yazılı bir kayıt Osmanlı zamanındaki evraklarda rastlanamamıştır. Eşkincilik ise  Sultan II. Mahmud zamanında yeniçeri ocağından ayrılmak suretiyle 1826 yılında teşkil olunan askeri sınıfa verilen addır. (ML_VRD_TMT_d_08381 numaralı temettuat defteri” Abdullah Kündeyi, AKÜ Yüksek Lisans Tezin’den ).

Gedik Belinin güneyinde bulunan At Çayırı adının hala yaşamaya devam ettiği düşünülecek olursa Karaca Beğ önderliğindeki Ceritlerin Şevikli’de bir müddet Osmanlı için asker yetiştirdiğini söyleyebiliriz. Yakın zamana kadar gelinlerin at sırtında getirildiğini benim yaşımdakiler bizzat binenlerden dinlemiştir. At  kültürünün Ceritlerin hayatındaki yerine başka bir sefer değinelim.

Koçbeyli Ceritlerinin dillerinde de pek çok Eski Türkçe kelime varlığını sürdürmektedir. Bunlar da başka bir yazının başlığı olduğundan burada mevzuyu açmayacağım.

Mustafa KAYIHAN
12.06.2017
Ankara

Yorumlar kapatıldı.