İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

GÜLÜP OYNADIĞIM ELE KARŞIDIR

Bir kaç ay önce iş yerimin santralindeki görevli “bir müzik öğretmeni sizinle görüşmek istiyor”, dedi.

Ben de “Yanlış anlamış olmayasınız, bir müzik öğretmeni benimle neden görüşmek istesin?”, diye sordum.

“İsminizi söyleyerek bağlamamı istediler”, deyince “bağlayın bir görüşelim”, dedim.

Telefonun karşısındaki hoca hanım Ankara’da bir lisede müzik öğretmeni imiş.

Dedi ki ben size teşekkür etmek istiyorum. “Yeşil Ördek Gibi Daldım Göllere” başlıklı türkü hikayenizle Türkiye genelinde bir yarışmaya katıldık ve birinci olduk. Yarışmanın konsepti “hikayesi olan bir türküyü anlatıp söylemek” üzerineydi. Öğrencilerim ve ben birinciliği kazandık.

Ben bu sitede aslında Türkü içerisinde geçen “Sevdiğim semanın güneşi, mahı / Seni seven aşık çekmez mi âhı? / Getir el basayım Kelâmullahı / Ne sen beni unut ne de ben seni” kısmını çoğunlukla yanlış okunmasına “gıcık olduğum” için karalayıvermiştim o yazıyı…

Sonra anladım ki ilmin de bir zekatı varmış. Bunu ödemenin en iyi yolu da onu paylaşmakmış. Elbette gurur duydum. Zira darbı meseldir: “Marifet iltifata tabidir, müşterisi olmayan meta zayidir.”

Madem ki müşterisi var, o zaman ara ara karalayayım dedim. Onlardan biridir bu türkü:

Bizim pencereler yele karşıdır
Muhabbet dediğin karşı karşıdır
Girebilsen bu sinemde neler var
Gülüp oynadığım ele karşıdır

Sabahın seheri günden ileri
Ben kimi sevmişim senden ileri
Ziyaret olmuşsun kurban istersin
Kurban bulamadım candan ileri


Karacaoğlan

Adanalıdır Karacaoğlan. Bir çok Karacaoğlan kayda alınmış. Adam oturup şiir kitabı yazmamış tabii… Dolayısı ile ortalıkta dolaşan bir türkü pat diye Karacaoğlana atfedilir hâle gelmiş. Bu türküleri gerçekten Karacaoğlan mı söyledi bilinmez ama Anadolu’nun karaca oğlanlarının söylediği muhakkak. Rahmetli Özay Gönlüm’ün “halk denen büyük usta, bir türkü yakmıştır bu hususta” dediği tam da budur. Eee, canım Adana’da ak oğlan olacak değil ya… Elbette karaca bir oğlan yakacak ağıdı, türküyü…

Her neyse, ne demişti ozan:

“Bizim pencereler yele karşıdır.”

Bir çok hastalık durgun havadan yani havanın kokuşmuşluğundan kaynaklanırmış. Vebanın en büyük sebebi de buymuş. Nereden mi biliyorum? Mukaddime’de uzun uzun anlatmış İbni Haldun.

Bu sebeple hava değişimi verirler ya bazı hastalara… Eskiden evlerin yapılacağı yerlerin, köylerin ve mahallelerin belirlenmesi çok önemli bir işmiş. Osmanlı bir yere yerleşim yeri kuracaksa orada bazı yerlere birer koyun bacağı asar ve bir müddet sonra gelip bakarmış. En son hangisi kokmuşsa orayı yerleşim yeri yaparmış.

Kıbrısta yaşlıca bir rehber anlatmıştı. Bizim kurduğumuz modern evlerde sivrisinekten yatamıyoruz. Osmanlının yüz metre yukarımıza kurduğu moderin köylerde sinekten eser yok, diyor ve modern kavramı ile dalga geçiyordu.

Bir hocam da Rize’de evin nereye kurulacağını bilen kişiler vardır. Bunlar yamaçta keşif yaparlar. Güneşe bakı, çığ tehlikesi, sel altı olup olmaması, mezar yeri kurulup kurulmayacağı, ulaşım rahatlığı vb. dünya kadar özelliğe dikkat ederek “evi buraya kurun” dermiş. Hocam danışma hizmeti almayanlar ciddi sıkıntılar çeker. Mutlaka bir yerden patlak verir, derdi.

On beş, yirmi yıl önce sarı saçlı bir kadın TRT2’de Türk köylerinin kuruluşunu anlatıyordu. “Köyler yıldızların durumuna göre kurulur.” demişti. Bu sözü aklıma kazıdım. Sonra bu sarı saçlı ilginç kadının kim olduğunu araştırdım.

Bir kaç yıl önce Alev Alatlı olduğunu fark ettim. Fakat söylediği bu sözü bir eserinde yazıp yazmadığını tespit edemedim. Sonra İstanbul’da kendisiyle yaptığımız bir toplantıda “Acaba sorsam ayıp olur mu?” diye aklımdan geçirirken Alev Alatlı Hoca patlattı bombayı:

“Çocuklar astroarkeoloji konusunu çalışın. Türk köyleri yıldızlara göre kurulur. Şehirlerimiz ve köylerimiz aynı eski mantıkla kurulmaya devam etseydi bir tank bir uçtan bir uca gaza basıp geçemezdi.” diye ekledi. Biraz uzattık bekli koptu bağlayayım mevzuyu bütün bunları şunun için yazdım: “Bizim pencereler yele karşıdır.”

***

Yunus Emre’nin “Sevelim, sevilelim” dediği; Barış Manço’nun “Sen beni sev, ben seni seveyim ki bozulmasın ağzımızın tadı.” dediği şeydir: “Muhabbet dediğin karşı karşıdır.”

***

Kalplerdekini yalnız Allah bilir. Bazen kişi kendisi dahi duygularının ne olduğunu, ne hissetiğini anlayamaz. Ama bir duygu var ki kalbin içine yerleştirilmiş cin biberi gibidir. Yakar…

“Bilebilsen bu sinemde neler var.” deyip arkasından da cavabı yapıştırıyor: “Gülüp oynadığım ele karşıdır.”

Dışarıya böyle görünüyorum da kalbim kan ağlıyor kan… Ah bir bilsen de paylaşsan, hafifletsen, anlasan… Bakma öyle güldüğüme, oynadığıma ele karşı öyle görünüyorum da sen bir anlasan omzuna kafamı koyup ağlacağım, demenin ozancasıdır bu.

Bir caminin hocası imsak vakti girer girmez hemen sabah ezanını okuyormuş. Sormuşlar “Ya hoca herkes gibi bir müddet sonra okusan olmaz mı?”

Cevap vermiş: “Benim camim hastanenin dibinde. Bütün hastalar sabahı bekler. Dertler gece depreşir, sabah rahatlar. Ben ezanı okuyunca hastalar rahatlıyorlar bir nebze olsun. Bu sebeple imsakla birlikte okuyorum ben ezanı.” demiş.

Ozanın duygusunu sazıyla sözüyle dillendirdiği “aşık” hastadır ve çok hummalı geceler geçirmiştir. Bir çok seher görmüştür. Seher yelinin ferahlatıcı, serin etkisini bilir ve gönlündeki ateşe doğru püfür püfür essin ister.

“Tabiplerde ilaç yoktur yarama / Aşk deyince ötesini arama” diyen rahmetli Abdurrahim Karakoç’un tarif ettiği tedavisi mümkün olmayan “aşkın” hastası olan aşık:

“Sabahın seheri günden ileri”

diyerek gün doğmadan esen seher yelinden gönlündeki ateşe bir çare ararken sevgilinin sitem oklarına da yine sitemkarane cevabını verir:

“Ben kimi sevmişim senden ileri?”

****

“Kör olasın Suzan Suzi, Suzan Suzi / Ziyaret çarptı bizi” bu türküden hatırlarsınız “ziyaret” kavramını. Herhalde “Ziyaret-i Evliya” kavramının tamlananı düşmüş… Malum kuraldır: “Dil tasarrufu sever.” Hani türbe yerlerine adaklık kurban keserler ya işte bu ziyaret o ziyarettir…

“Ziyaret olmuşsun kurban istersin.”

derken sevgiliyi yok ediyor. Batıdan farklı olarak Doğu’da sevgili yoktur. “Hiç” yani…

Mecnun Leylâ’yı bulduğunda “Leylâ buysa ben kimi sevdim.” der ve vuslatı reddeder.

Kişinin Kabe-yi Şerif’i gördüğü ilk anda yaptığı dua kabul edilirmiş. Padişah Mecnun’u Hacca gönderir. Nasılsa Leyla’ya kavuşmak için dua edeceğini düşünerek.

Mecnun’un duası şöyle: “Ya Rabbi aşkın belasıyla beni tanıştırdın; fakat bu aşk belasından beni azıcık dahi olsa sakın ayırma.”

Aşk belası da kavuşunca bitse gerek… Rahmetli Necip Fazıl’ın tabiri ile: “İsteğe kavuşunca istek ölür.”

Nasıl bitirmişti Karacaoğlan ya da halk denen büyük usta türküyü:

“Kurban bulamadım candan ileri.”

“Yılda bir kurban keserler halk-ı âlem ıyd içün / Dem be dem saat be saat ben senin kurbanınam.” diyen divan şairi ile Karacaoğlan aynı şeyi söylemiyor mu?

Yani canımdan daha kıymetli ve sana layık bir kurban bulamadım.

Fuzulî’nin deyişi ile: “Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever / Cânı için kim ki cânânın sever cânın sever.”

Vesselâm.

Mustafa KAYIHAN
23.07.2018
ANKARA

Yorumlar kapatıldı.