İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Cumhuriyetin İlk Yıllarındaki Siyasilerin Anlatıldığı “Destan-ı Zaman”

Evet, Cebeci bit pazarında bulduğum tek nüsha şiir kitabının şairi devrin önemli kurumlarında yöneticilik yapmış, ailesi İttihat ve Terakkiden beri devletin önemli kademelerinde yer almış bir şahsiyet.

Bu şahsiyetin Cumhuriyetin ilk yarım asrını anlattığı ve belki de ikbalinden endişe ederek yayımlayamadığı şiir kitabındaki bölümleri yavaş yavaş burada yayımlayacağım. İlk defa sizler okumuş olacaksınız.

Kendisinin “Destan-ı Zaman” adını verdiği şiir zaten çok uzun bir de ben uzatmak istemiyorum. Buyurunuz Cumhuriyet devrinin tanınmış siyasilerinin anlatıldığı 200 kıtalık destan:

Destan-ı Zaman

Tanıtmak gerektir gelecek nesle
Kimlerdir bu günkü erkan-ı devlet
Bu destanı yazdık bir tek hevesle
Maksad ü gayemiz millete hizmet.

Erkanın başında reisi gelir
Her emri bir nass-ı kati’ gibidir
Haşa sümme haşa Allah mı nedir
Ne şerik tanır ne başka bir kudret.

Memlekette o dur hâkim-i mutlak
Sıfatı bî-şerik, vasfı ene’l-hak
Düsturu değişmez yıkılsa afak
Nefsinde müctemi’ sıfat-ı vahdet.

Etvarı pür-gurur, revşi pür-eda
Kendini görür hep dev aynasında
Anutdur, misal-i har-ı bed-sada
Baba hindi gibi satar azamet.

Kayalar içine tuzağı kurdu
Muhalif olana saldırdı durdu
Hırs-ı mevki ile yakıp kavurdu
Milletin başına kesildi afet.

Toplayıp ahıra birçok koyunu
Oynatır bunlara orta oyunu
Cumhuriyet diye başka mazmunu
Yutturur millete bî-ar ü haşyet.

Erkanın ağzına takmış yular
Hepsinin gemini elinde tutar
O sürer bu itler koşar ve salar
Şahsıdır devlete yegâne mesnet.

Saik olma sakın hiç kiddetine
Düşmeye gör çah-ı pür-nikbetine
Maruz kalma sakın husumetine
Yakanı bırakmaz dest-i felaket.

Bak, görülmez oldu Ata’nın resmi
Bir yerde anılmaz mübarek ismi
Nerede yatacak bilinmez cismi
Bozmağa çalışır bu nuru zulmet.

Önünde eğilir bütün dik başlar
Şu bildiğin mahut eski yoldaşlar
Onu takdis eder Ata’yı taşlar
Bat yerin dibine ey nesl-i zillet.

Birkaç şahsı rana münezzeh bundan
Onlara cah olmuş kuşe-i nisyan
Ahval-i milleti görüp perişan
Bab-ı Zülcelalden dilerler rahmet.

Sahha-i kelamdan atıldı erler
Meydan-ı sühanda kaldı bî-şerler
Buna ey Matuhum bok yeme derler
Vuruldu dillere tavk-ı esaret.

Bize gülzar lazım, değil in önü
İsmini çaldılar şanlı “İnönü”
Heyulaya benzer İsmet İnönü
Onu başbuğ yapan ayana lanet.

Keşti-i devlette idi bir zaman
Refik-i şefiki sarsak bir kaptan
Verince uğruna canını kurban
Bir Saraçzadeye giydirdi hilkat.

Bu da bir esnafın tıfl-ı ferzendi
Mizacı âliyi bilenlerdendi
Boynuna takıldı vezirlik kemendi
Nâehlini buldu taht-ı vezaret.

Ödemiş dağları onun yatağı
Zeybekler yurdunda sürtmüş ayağı
Efeler koynunda sönmüş çerağı
Kucaktan kucağa etmiş dehalet.

Mizaçgirlikte bir üstad-ı bülend
Ağyara, gösterir ruy-i dilpesend
Yüze gülüp vurur arkadan kemend
Onu gören sanır bir melekhaslet.

Halbuki hiç uymaz dışına içi
Girer her kalıba ödemiş piçi
Başbuğun elinde şeytan çekici
Şahsı bîdirayet, zatı bîhaslet.

Tavşana der kaç, tazıya der tut
Haricen efendi, batınan haydut
Hem Rüstem-i Zal hem esir Nemrut
Eşi görülmemiş bir rükn-ü devlet.

Ne ilm ü fazlı var ne irfanı var
Ne aklı fikri var ne izanı var
Ne din ü zikri var ne imanı var
Sarmış benliğini küfr ü cehalet.

Şahsını gören der bir zat-ı kerim
Şayan-ı itibar, şayan-ı tekrim
İç yüzüne bakma, hadesden sakim
Biliriz nedir o mar-ı siyaset.

Kaziptir aldanma sıt ü şöhreti
Emr-i idarede bilmez ebcedi
Çarh-ı ikbalin bu ruy-ı esvedi
Her zaman bulur bir taht-ı vekalet.

Bilinmez hikmeti itibarının
Düşmez nikbete ne bugün ne yarın
Sırtının desteği bilekten kalın
Bir taksimde kalmaz haric-i kısmet.

Birçok vekaletin oldu vekili
Anılır her yerde nam-ı zelili
Mâliyede güldü baht-ı cemili
Bir vurgun vurarak kazandı servet.

Ona bu zenginlik erişti birden
Esham-ı düyunu umumiyyeden
O kuponlar kıldı bunu müemmen
Döndü bir Karun’a pir-i zaruret.

Kalmadı bu kar da gizli kapaklı
Bizde hangi bir iş kalır ki saklı
Rakkamın hanesi alırken aklı
Bir şahs-ı “Nazif” de buldu ganimet.

Anlattı vak’ayı selef halefe
Ödemiş uşağı konuldu tefe
Varınca bu itler maksud hedefe
Ne şikâyet kaldı ne muhalefet.

Vezarete geçdi bir adam şanla
Ne zamana kaldık hale bak anla
Ödemişte göbek atıp fistanla
Vezaret sadrını kıldı bî-iffet.

Efeler çömezi olur mu vezir
Yapmadı cihanda bunu bir emir
Ona laf anlatmak bir emr-i asir
Sen yetiş imdada ey Rabbüssamed.

Erkandan bir de mahut Ağralı
Çingene suratlı, alnı karalı
Muhtekirler şahı, vurgun kıralı
Sözü bed, özü bed bir şahs-ı ebred.

Ne hak tanır ne de kanun u nizam
Ne usul bilir ne kayd u intizam
Yegâne hâkimi: Şahs-ı Muazzam
Yegâne taptığı Allah da kuvvet.

Edremit’in sarıp yüce dağını
Zeytin ağacına serdi ağını
Yem yaptı vurguna zeytinyağını
Kimin haddine ki ede şikâyet.

“Halik”-i azamla hazreti “Ömer”
Girdiler bu işe üçü beraber
Duyunca bu hali hep muhtekirler
Kaldılar egüşt ber dehan-ı hayret.

Hep düşeş kondurur attığı zarı
Karun görmemiştir yapdığı kârı
El alem duydu da bu ihtikarı
Duymadı şu Sağır Sultan ne hikmet!

Çingenelik kanı damarında var
Yahudilik huyu kanında kaynar
Bir metelik için bin takla atar
İliğine işlemiş cimrilik, hisset.

Hafız gibi okur “Allah versin”i
Baş hahamdan almış sanki dersini
Gösterir fakire elin tersini
Zengine uzadır keşkül-ü minnet.

Vergi tarhında da o mahirdir pek
Gözyaşına bakmaz, zalimdir köpek
Komadı bir evde kap, çanak, çömlek
Hepsini yutar bu mar-ı cibayet.

Kaç yıldır milleti vergiyle s*kt*
Köylü, esnaf, memur hepsi bitikti
Sağlık vergisi her g*t* tüy dikti
S*k*lecek ne er kaldı ne avrat.

Yerinde kalırsa üç dört yıl daha
Kalmaz hiçbir işte ümmid-i reha
Milli servetimiz ermez felaha
Kaldıkça başında bûm-u şeamet

Kurtar bizi ya Rab, şerrinden kurtar
Yoksa bir gün gelir, vallahi tutar
Dinini kafire bir pula satar
Elde ne Sen kalırsın ne Muhammet.

Erkanın biri de Said-i zeman
Değirmi suratlı ebleh bir insan
Yıllardır görmedi böyle bir bakan
Kurulalı beri taht-ı Ticaret.

Düzene girmedi ticari işler
Bu eski yaradır, daima işler
Kuvvetli çeneler hep onu dişler
Eyvanını sarmış acz ü meskenet.

Ticari hangi bir taşı kaldırsan
Bin bir türlü huda çıkar altından
Buna ne akıl erer ne fikr ü iz’an
Sarmış erkanını hırs-ı menfaat.

Beş senede yedi vekil değişti
Bu vekalet işi menhus bir işti
Her vekil bu işte kötülemişti
Aczini meydana vurup akıbet.

En son bu taht oldu öküze nasip
İnsan suretinde halk etmiş Habib
Ne mutsuz tahtmış bu taht-ı mesaip
Kim geçse başına yağar musibet.

Halef olamadı kimse “Bayar”a
Kalayla vurulmaz altın ayara
Onun gitmesiyle açılan yara
Bu akl-ı kıtlarla bulmaz ifakat.

Katarın önünde gelir “Kesebir”
Boyu uzun, aklı kısa bir tacir
Az zamanda oldu foyası zahir
Bir püfle söndü bu şem-i celalet.

Onu takip etti bir şahs-ı gaddar
“Hüsnü Çakır” denen şaki-i hunhar
Irz ehline düşman, fısk ehline yar
Kıldı vekaleti cah-ı adavet.

Astığı asdıkdı kestiği kestik
Çok sürmedi şükür bu vaz-ı mühlik
Yed-i “Cezmi” ile silindi bu pislik
Pek az sürdü lâkin bu devr-i satvet.

Dert verip tahtından felek ayırdı
“Topçu” eşeğini bu işe kayırdı
O bol arpa yiyip zır zır anırdı
Çekildi ahıra o da nihayet.

Tahta calis oldu bir şahs-ı “Mümtaz”
Her ipte oynayan mahir bir cambaz
Devirdi onu da tali-i nâ-saz
Ona halef oldu İzmirli “Behçet”.

Yangın yerlerini fuar yapmakla
Şöhreti olmuştu âlâ ü bâlâ
Vekil olmak fakat gelmezdi akla
Bunu da gösterdi yed-i keramet.

Kazmayla kazıdı türabı bahtı
Bulundu nihayet vekillik tahtı
Tıp ailesinin bu piş evladı
Vuslat-ı taht ile oldu cenabet.

Az zamanda çıktı aslı meydana
Kıçına tekmeyi yedi o anda
Partiye lazımdır diye bir manda
İstanbul şehrine koşuldu şirret.

Onun da yerine şu “Sait” geçti
Bu, haza öküzü bilmem kim seçti?
Kendi ebennaka, aklı gegeçti
Bu tahtın kısmeti böyle, ne hikmet.

Vekilin gafları dille sayılmaz
Erkanın cehliyse hiç anlatılmaz
Bu kös dinlemişler bir şeyden yılmaz
Ellerinde demir kalkan cehalet.

Vekilinden tut da kapıcıya dek
Elifi görseler sanırlar mertek
Bu işte hepsinin kafası kelek
Geçer akçadır bu kıllet-i fikret.

Maliyyede olur belki bir kevkep
Ticarette fakat cehl-i mürekkep
Onu bu kapıya bağlayan Merkep
Mükerrer şeddeli eşektir elbet.

Kes bu bahsi, söze nihayet gelmez
Bu muazzam işi o cahil çelmez
Bu sözler Sağırın kulağını delmez
Yıllardan beri kös dinliyor hazret.

Maariftir dedik işin düzeni
Oradan yetişir erkeği, zeni
Döndüren kim bakdık bu değirmeni
“Hasan Ali” denen şahs-ı azamet.

Girmeden evvel bu işin içine
Bir göz atalım şu irfan piçine
Sen bakma binanın taş, kerpicine
Bünyanında olsun tek ki resanet.

Gördük iç yüzünü, anladık hali
Bilmeyen pek çokmuş şarkı, şimali
Hasan’ın boynuna olsun vebali
Bu işde de kaldık yine tehidest.

Mektebe bakarsın, destek görürsün
Hocaya bakarsın, gevşek görürsün
Talibe bakarsın, kelek görürsün
Ağız açmış zevke gûl ü cehalet.

Bir devr-i terakki açıldı dedik
Başımızdan büyük bir herze yedik
Hep önler bozulmuş, hep kıçlar delik
Buna ne mertek kar eder ne mesnet.

Mekteblerin hali müzmahil, berbat
Hepsi bir menba-ı uyub ü fesat
Ne disiplin var ne rabt ü inzibat
Eyvanını sarmış fısk u rezalet.

Hepsi sakfı çökük, muhtaç-ı tamir
Sıralar kırılmış, çürümüş sedir
Ne ders âlâtı var ne şem-i tenvir
Gamhaneye dönmüş dar-ı saadet

Hocalerın hali bundan perişan
Bunu hiç görmez mi erkan-ı zişan
Yüzlerine güler sabi ü sübyan
Bu ne falsefedir, bu ne zihniyet.

Açlıkla yolsuzluk belini bükmüş
Sıklet-i sefalet omzuna çökmüş
Meğer bar-ı hayat taşınmaz yükmüş
Kadide döndürmüş onu zaruret.

Sabahtan akşama kadar didinir
Feragat imanı, sabır dinidir
Bu halete bilmem sizde ne denir
Tıp dilinde adı: illet-i cinnet.

Yıkık bir tekkedir mekân ü cahı
Muallim olmaktır bir tek günahı
Mekteb-i “Ali”yken hem de penahı
O, tekkede çeker huy u sefalet.

Bin dert doğururken leyl-i mükedder
“Gün doğmadan” diye başlayıp itler,
“Meşime-i şebden neler doğar” der,
Takarlar boynuna tavk-ı feragat.

Beşer takatinin dışında bu iş
Yoksuzluklara ne tahammül ediş
Daimi kalırsa eğer bu reviş
Ne mektep kalır ne hoca ne velet.

Tullab-ı vatana gelince söz: Pes. .
Allame olurlar okumadan ders
Namusa dik bakar, fazilete ters
Sarmış ruhlarını dûd-ı sefahet.

Çalışmak ne demek, kitap ne demek
Varken cazbandla dans, içkiyle ahenk
Er: sıvışık çamur, kız: sürtük etek
Sukut-u ahlaka misal-i dehşet.

Medeniyet nuru, ilim çerağı
Öğretmene hürmet, büyüğe saygı
Yarını düşünüp bugünden kaygı
Medlulü bi-mana, kavli bi-kıymet.

Gül, oyna, gez, eğlen, çalışma sakın
Ey talip, bu ise bu günkü hakkın
Yarın da başına gelince aklın
Sana fayda vermez ah ü nedamet.

Ağustos böceği senin misalin
Onun encamında görünür halin
Zevale erince mihr-i kemalin
Ruz-i sefid olur leyle-i haşmet.

Maarifin revş ü ruhunu tahlil
Biz dünküler için bir emr-i müşkil
Görüş başka görüş, dil başka dil
Göz açık, kapalı çeşm-i basiret.

Talebenin hali endişeaver
Hocaların hali mucib-i keder
Mekteplerin hali haraptır ekser
Mizana vurulmaz böyle dirayet.

Doğruyu söylemek lazımsa eğer
Deriz, boşmuş meğer bütün ümitler
Vekil oldu yaptıkdı iyd-i ekber
Çekilirse olsun iydimiz sermet.

İnhisarın Suat Hayri vekili
Reis-i azamın mahbub-u dili
Onu maslahata oturtan eli
Öpüp başına kor esnaf-ı millet.

Meclisi yaranda bir nevcivandır
Maslahat üstünde fi’li yamandır
Civana mültefit, pîre düşmandır
Meftun u hayranı her şab-ı emret.

Mürşit oldu çömez bu genç çağında
Olgunlaştı, erdi pir kucağında
Düzen erdi ona halk ocağında
Açtı kör bahtını taht-ı vekalet.

Vekil oldu deyin Ürgüplü o zat
Vasfını tavsife bulunmaz sıfat
“Kul hüvallahü” der de demez “Ahat”
Gocunur havfiyle Seyyidül ümmet.

Vekalete geçti, hilmi bıraktı
Gümrük semasında berk olup çaktı
İnhisar hakinde sel olup aktı
Koptu o alemde kızıl kıyamet.

Artık hayrı seven insan değildi
Bir kuvvet önünde yalnız eğildi
Mahiyyet-i kârda asla zeyildi
Nemrud-u zalime okuttu rahmet.

Onun için vicdan u mantık boştu
İdare çarhına gayzını koştu
Kuvvet-i cah ile kabardı coştu
İnhisar iline çöktü felaket.

Kalmadı hiç eser hüsn-ü siretten
Bir alçak çıkmıştı taht-ı rif’atten
Ne beklersin gafil bu bed-tıynetten
Zalimlere Rabbim vermesin fırsat.

İnhisarlar umum müdürü “Adnan”
Dalaştı bu itle bir hayli zaman
Akıbet eyledi teslim-i inan
Mağlup etti onu satvet-i devlet.

Tıfl-ı adaletin eseri bu mu?
Çok sürmesin sönsün rızk-ı maksumu
Yetmezse nefsine fi’l-i mezmumu
Kalmasın üstünden yaran-ı şehvet.

Kalblere ekdiği asar-ı hüsran
Çeşm-i nâpâkini eylesin nâlan
Ev yıkanın olur hanesi viran
Bu değişmeyen bir emr-i hakikat.

Başını döndürdü birden yükseliş
Ahlakı bozuldu, toy çıktı ibiş
Bu gidişle sanmam tuttursun dikiş
Vekalet tahtında uzunca müddet.

Dest-i “Münif” ile kurup tezgâhı
Gizliden gizliye işleten çarhı
Yine molla beyin dessas parmağı
Bir devirde sönmez bu “Necmi” şevket.

O, hakikat yapar hayal-i hamı
Nik hale kalb eder bed serencamı
Bu toy oğlanlara kurdurup damı
Attırır onlara kemend-i servet.

Sağa sola teper, bakmaz hatıra
Yüklenir mi bu iş yobaz katıra
Çekin Allah için Beylik ahıra
Atmasın kimseye dahme-i nuhvet.

Başımıza geçti elin yabanı
Vekil değil Vallah hamam oğlanı
Dellek bozuntusu, o düztabanı
Yıldız hamamına bağlasın hazret.

Adalet babının Fuad-ı teri
Hakimlik ederdi yıllardanberi
Pir, dedi, ya kulum, yürü ileri
Açıldı pişinde ufk-u mesadet.

Adliyede mühim kargüzar iken
Meclis-i hubanda hoşgüftar iken
Düşmanla dost, ağyar ile yar iken
Devletliden geldi emr ü işaret.

Aniden fırlayıp yerinden “Sirmen”
Saylav olup düştü meclise hemen
Siyaset yeline tutarak yelken
İktisat tahtına vardı nihayet.

“Kün” demiş yaratmış Hak kâinatı
Hazret de “ol” deyip vekil yarattı
Mahkemeden sonra İktisat tahtı
Bizde olur ancak böyle garabet.

Adliyenin adil hâkimi sendin
Zulm ü şekaveti kanunla yendin
Bilmediğin işi ne kabullendin
Sana dar mı geldi bab-ı adalet.

Atıldı köşeye kanun-u ceza
Hükm-ü ulülemre gösterdin rıza
Yapıldı her ne ise emr-i mukteza
Buna ne der bilmem, erbab-ı hikmet?

Hangi tecrübene, hangi bilgine
Güvendin de girdin işin içine
Bu fabrika yapmaz, behey çingene
Izgarayla maşa, kürkle sepet.

Müsteit değilsin bu işe derkar
Bence kabulünün tek manası var
Bazı gizli kastın oldu aşikâr:
Hulus ü tekapu, hırs ü azamet.

Olsa sende biraz hicab u saygı
Bu iş ülkesine sermezdin yaygı
Ağyare gülünçsün, dostlara kaygı
Sardı benliğini hiss-i dalalet.

Vallah seni yapmaz bir Avrupalı
İktisat evinde kenef mandalı
Bizde çıkar yalnız şöhret hamalı
Gülüyor haline erbab-ı hiffet.

İktisat işini kolay mı sandın
Gittin hırs-ı şöhret narına yandın
Bu tevcihten yalnız bednam kazandın
Taht uğruna çöktü on yıllık şöhret

Güvenme bindiğin gönül tahtına
Ansızın uğrarsın haşm ü sahtına
Yıllarca dövünsen kara bahtına
Kafir-i nimete ermez hidayet.

Adliye tahtında oturan vekil
Bir iktisatçıymış, hukukçu değil
Yok, aslı hukukçu da meslek tebdil
Edip iktisatçı olmuş bir mürtet.

Adliyede vekil bir iktisatçı
Hukukçu başında iktisat tacı
Bu ne ters iş ya Rab, sen bize acı
Ocağına sığındık eyle merhamet.

Bizde mi olur hep böyle garaip
Kimden çıkar böyle karar-ı acip
Bizlere olmaz mı bir işte nasip
Kararda isabet, fikirde sıhhat.

İhtisas sahibi olan ezkiya
Bir fırıldak gibi tâbî havaya
Sorsan seciyyesiz o maskaraya
Bana para lazım der, değil siret.

Sen de bu zümreye nasıl katıldın
Söyle behey “Rıza” kaça satıldın
Yoksa bu boş tahta neye atıldın
Yetmez miydi sana eldeki nimet.

Şerefini satdın kesb-i şan için
Sukut ettin köhne bir mekân için
Alçaldın muvakkat bir ünvan için
Hâk-i mezellete düştü necabet.

Kıçını öperek beyin, paşanın
Sen yükseldin, fakat alçaldı şanın
Kahpedir sıfatı dönek insanın
Alçaklıkla tev’em “Rıza”-yı zillet.

Yarının ahıdır bu günkü hey hey
Bugünün kölesi dünkü küçük bey
Senin de yegâne yapmadığın şey
Fazilete biat, mesleğe hürmet.

İkbal için yıktın bu günkü şanını
Bugünün de gelir bir gün yarını
Fi’linin yapıp o gün mizanını
Ceza-yı sezanı verir adalet.

Nafiada vekil “Sırrı Day”ımız
Vekiller içinde bir tek ayımız
Tren, yol, köprüyle tramvayımız
Hepsi de edilmiş ona emanet.

Dün iktisatta, bugün nafiada
Yarın bilmem nerde verir kumanda
Öbürgün koşulur çifte, sapanda
Şahsında mündemiç esrar-ı hikmet.

O, ne bir mimardır ne bir mühendis
Fakat hem nabızgir hem de kaselis
Bu evsafa medyun tahtını iblis
İzanını sarmış dud-u gabavet.

Devletin başında derd ü beladır
Hane-i irfanda cevf ü haladır
Sema-yı ihzanda bad ü hevadır
Veçhinde nümayan cehl ü hamâkât.

Taht-ı nafiaysa şimdi mekânı
Yakında meydana çıkar noksanı
Görürsem sorarım saka “Hasan”ı
Kimin kuludur bu şahs-ı melanet.

Koşulsa layıktır bu uyuz sıpa
Çukur bostandaki dişlek dolaba
Eder mi zannettin mevki-i bala
Şahs-ı bedtıynete bahş-ı necabet.

Nâlayıkı edip selefe halef
Haysiyyet-i cahı ederiz telef
İğreti geçtiğin mesned-i şeref
Dûn olan kadrine vermez asalet.

Bahtına güvenme sakın Sırrıyâ
Tahtından düşer de kalırsın yaya
Birleşir mi sandın behey budala
Zulmetle ziya, ilm ile cehalet.

Dağları yıkarmış himmet-i rical
Bizde de yıkıldı ebyat ü cibal
Devr-i harabiye ettik intikal
Seninle mamur mu olur memleket?

Tahtında çok vekil buldu belayı
Hatta dimdik duran “Çetinkaya”yı
Yıkarak şaşırttı bir gün Mevlayı
Senin de başını yer bu vekalet.

Bu tahtı terk edip gittiğin zaman
İyd-i ekber eyler evlad-ı vatan
Yok, inat edip de yine kalırsan
Okuruz milletle ceddine lanet.

Söz münakaleye geldi dayandı
Bu işte de birçok vekiller yandı
Bir evveli asker, sonu kaptandı
Bunlarda görüldü acz-i velayet.

“İnce Dayı” denen bir kabadayı
İstihlaf etti “Çetinkaya”yı
Mazisine bakıp bu macerayı
Hayretle seyretti bütün cemaat.

Yıkılmaz sanılan bu “Çetinkaya”
Püf deyince hazret oldu berhava
Vekillik verildi “İnce Dayı”ya
Bekledik ondan çok gayret ü himmet.

Aradan geçmeden cüzi bir zaman
Deniz işlerinde göztüktü noksan
İlk Hatay’ı verdi cehline kurban
Kırk, elli cana da erdi şehadet.

Sonra da duyuldu savlet-i canan
Dedikodu seli kabardı heman
Tutulup maşayla pis yakasından
Taht-ı vekaletten atıldı “Cevdet”.

Bu sükût namussuz bir sukut oldu
Dahme-i “İsmet”le tahttan kovuldu
İffet etiğiyle manen boğuldu
Çıkmaz alnından bu şin-i redaet.

Ona halef oldu meşhur bir kaptan
Bu nasıb-ı musibi duyduğu zaman
Bayram yaptı bütün evlad-ı umman
Kalplerde uyandı ümid-i nusret.

Bu ümit de fakat çabucak söndü
Esen lodos sıkı poyraza döndü
Zeki sandığımız meğer ne böndü
Kalpleri bürüdü ye’s ü keduret.

Pek acı oldu bu sukut-u hayal
Maalesef çok kalp çıktı amiral
Kök adı değişip oldu animal
Bu nam ile ancak kazandı şöhret.

Herkes koşarken o yerinde saydı
Çıkmaza girerdik tahtında kalsaydı
Baştan geçip giden bu son tasaydı
Az zararla ondan kurtuldu devlet.

İsmi “Ali Fuat”, namı “Cebesoy”
Müheykel bir vücut, uzunca bir boy
Namlı bir general, çok temiz bir soy
Kalmıştı nikbette bir hayli müddet.

Saye-i Hazrette vazife aldı
Evvela nafia içine daldı
Orada uzunca bir zaman kaldı
Eyleyip ibrazı muvaffakiyet.

Sonra geçti bu zat münakalaya
Yetişdi ardından “Nur”ile “Ziya”
Geniş nefes aldı evlad-ı derya
Bu tayinde vardı büyük isabet.

Yalnız bir ruy-i bed olunca ayan
Bu işde olmadı yerinde “Burhan”
Şeytanın gözünden sürmeyi çalan
Bu hinoğlu hinden gelir felaket.

Kovmazsan, paşam, bu ahlak-ı düşkün
Sıçratır üstüne esmayı bir gün
Mağdur-u iftira, tali’e küskün
O gider de kalır sende bu töhmet.

Şahsında ümmidi garip milletin
Meşkur olur bişek hüsn-ü hizmetin
Yakında yükselir şan-ı devletin
Sa’yinle düzelip emr-i seyahat.

Seyr ü sefer işi, telgraf, posta
Telefon işleri, hepsi yakında
İntizam kesp edip gider yolunda
Parlak mazin eder buna şahadet.

Yüzünün akiyle, dilerim Hakkdan
Çıkarsın bu işin çaprazlığından
Çok vekiller kaldı bu işte yayan
Sana nasip olsun paşam bu satvet.

Sıra geldi sıhhat vekaletine
Girmemiş bu işler hâlâ düzene
Başındakilere söven sövene
Görülmemiş bizde böyle rezalet.

Vekilin anılmaz bir yerde ismi
Zümrüd-ü ankadır görünmez cismi
Bilinmez tahir mi yoksa necis mi
Rengi olmayan bir sahs-ı hayelet.

Erkanın eline vermiş yuları
Dolaba koşmalı böyle hımarı
Kendine olurdu olsa medarı
Ona ne hayretsin ilm-i tababet.

Müsteşar olmuş, bak, “Asım”-ı mahut
Bu tayine şaştı abid ü Mabud
Bakıp ona yalar parmağını “Mahmut”
İşi tıkırındadır ezher cihet.

Şu “Asım”dan nasıl müsteşar olur
Deme, olur hem de işgüzar olur
Elinde her formül bir şikar olur
Baç almadan vermez kimseye ruhsat.

Her tarakta mutlak bir bezi vardır
Yani hem müsteşar hem de simsardır
Her ilaç Asım’a sağmal bakardır
Müstahzerat ona birer akaret.

Yağlanmadan cepler ruhsat verilmez
Armağan koyunun postu seçilmez
Bila fülsü ıvaz himmet edilmez
Hall-i dava için bekler işaret.

Zengin olmuş Asım, ne hikmettir bu
Sanma bir eseri şekavettir bu
El uzunluğu bir marifettir bu
Arama bu işde başka keramet.

Bütün akl ü fikri cem’-i nukutta
Yoktur böyle çıfıt kavm-i Yahutta
Ona nisbet solda sıfır haydut da
Derd-i rüşvet onda bulmaz ifakat.

Kurtar biz ya Rab sen bu kalleşten
İşkenbe suratlı kokmuş keleşten
Tezgahını kurmuş, yaşar beleşten
Yetişir yaptığı saman ü servet.

Bu vekalette yok iş gören kişi
Pek sakim gidiştir onun gidişi
Hepsi de parayla görürler işi
Dört bucaktan yağar seng-i şikâyet.

Kös dinlemiş itler, şekva vız gelir
Hepsi de mazluma Nemrut kesilir
Yalnız hulus için boyun eğilir
Kitablarında yok secde-i hürmet.

Sıhhati edecek bunlar vikaye
Nerde güttüğü iş, nerde bu gaye
Onlardan görmese mikrop himaye
Bozulmaz bu kadar umum-i sihhat.

Pistir her gıdamız, pistir her bucak
Bozuk yağdan kenef kokar her ocak
Bir topal bit kurar tifüsle tuzak
Vekalet de yazar tekzibe hüccet.

Ne yenen aş temiz ne içilen su
Hepsinde mikroplar, kurmuşlar pusu
Vekaleti sarmış gaflet uykusu
Kırılır beride efrad-ı millet.

Nezafet imandandır, der dururuz
Bilmem ki kime bunu yuttururuz
Kimini kel sarmış, kimini uyuz
Başı bitli, k*çı b*klu bir ümmet.

Erkanın boynuna bunun günahı
Bir gün gelir tutar ümmetin ahı
Bugün yoksa eğer başka penahı
Yarın hesabını sorarlar elbet.

Bitir artık sözü, bu bahsi kapa
Bu gidişle sözün saracak sarpa
Eşeğe vermekle bol saman, arpa
Eyler mi mübarek tebdil-i tıynet.

Söz sırası geldi dahiliyyeye
Etraflı malumat vereyim diye
Rücu ettim birkaç sene geriye
Mebde-i tarihim: devr-i saadet.

Bu devr-i saadet, Atatürk devri
Tarihlerde yoktur eşi, benzeri
Gayb edeli beri bu peygamberi
Ne velayet kaldı ne de resalet.

Devri saadette “Cemil”den sonra
Geçti vekalete “Şükri”-i garra
Birkaç sene etti hükmünü icra
Delil oldu ona akl ü fatanet.

Yüksekti görüşü, ilm ü irfanı
Fazıl u arifti, pakti vicdanı
Olurdu görüşen her kes hayranı
Zamanla bozuldu bu da nihayet.

Seneler ettikçe vely ü teakup
Yavaş yavaş arttı nisbet-i zünup
Hevesat-ı nefsine olarak malup
Düştü iyş ü nuşa oldu bir bed-mest

İşret sofrasından kanıp kalmazdı
Hemdemi cam-ı cem, gıdası sazdı
Fireni tutmadı, azdıkça azdı
Herkesin diline düştü akıbet.

Şahsında iki ruh oldu nümayan
Biri ayyaş biri sahib-i irfan
Serhoşluk galipti ekseri zaman
İrfanı yenmişti bela-yı işret.

Fart-ı iyş öldürdü ilm ü fazlını
İşret alemleri bozdu aslını
Kadın-erkek hırsı aldı aklını
Ata’nın gaybiyle koptu kıyamet.

İstihlaf edince İsmet Ata’yı
İlk tekmede attı Şükrü Kaya’yı
Refik işgal etti taht-ı valayı
Ona da bak nasip oldu sedaret.

Boş kalan bu tahta ayak üzeri,
Oturttular hemen “Fikri Tüzer”i
”Her uzun ahmaktır.” kelam-ı zeri
Şahsına söylenmiş misl-i hakikat.

Bu tayinin mechul hikmeti nedir?
Şahsının bilmeyiz kıymeti nedir?
Sükutu, yegâne meziyyetidir
Vurulmuş ağzına sanki mihr-i mevt.

Mevta gibi durur samit ü sakin
Neden böyle bifer, ne böyle miskin
Ruz u şeb k*ç*nı meğer “Refik”in
Yalayıp d*z*rmiş, işte bu hikmet.

Kudret-i cismini böyle eritti
Bu yolda geberip cahime gitti
Toprağın içinde eriyip bitti
Böyle kapandı bu perde-i zillet.

Geberip gidince o Fikri Tüzer
Meclis-i milliden doğdu bir peyker
Bidinle değil mi? Bu “Recep Peker”
Şahsiyyet-i mümtaz bir rükn-ü devlet.

Elemli kalplere emniyyet geldi
İşi tedvir eden bir demir eldi
Dahili revşimiz birden düzeldi
Yüzleri kapladı hand-i beşaret.

Ne emir dinledi ne amir bildi
Kanunsuz, nizamsız emre dikildi
Hakim-i mutlaktı esir değildi
Benliğine sahip mert bir sahsiyyet.

Amirane tavrı gitmedi hoşa
Ne ağa tanıdı ne bey ne paşa
Bela kesildi her zulm eden başa
Kalplerden yükseldi avaz-ı minnet.

İnkıyat etmedi hiçbir kudrete
Başını eğmedi zalim kuvvete
Bezl-i hak ederek mazlum millete
Tecelli eyledi hakk u adalet.

Recep ismi oldu dillere destan
Hem “pek”di hem “er”di bu zat-ı zişan
Ürktü kudretinden Sultan-ı Zaman
Endişeye düştü kalb-i riyaset.

Nihayet namerdin kahpe elleri
İzzet-i nefsine vurdu hançeri
İstifaya mecbur etti Peker’i
Münşerih kalpleri sardı keduret.

Recep bir tekmede tahtı devirdi
Bu devir, onunçün kahpe devirdi
Ne vekil vekil ne emir emirdi
Kuşe-i nisyane çekildi iffet.

Çöken tahta “Hilmi” serdi döşeği
Hak düldüle halef kıldı eşeği
Güneşe benzer mi ateş böceği
O ruz-u enverdi, bu leyl-i zulmet.

Hilminin ruhunda tekâpû ruhu
Her emre eyvallah deyip çeker hû
Kendine Rab kıldı pir-i matuhu
Bir taht için idi bunca hacalet.

Hulusu tebasbus ettikçe devam
Kaldı miskin herif tahtında müdam
Mizac-ı hazrete muvafık bu tam
Uydu zillet şin, şine de zillet.

Harici içlere bakınca insan
Başlamak gerektir “Rüştü Aras”tan
Nevi şahsına has yaratmış Yezdan
Tasvire değer bu şahs-ı garabet.

Camekane benzer büyük bir gözlük
Altında gözleri mahmur ve sönük
Kasları mukavves, dudaklar güdük
Burnu iri, sırtı kanburca bir fert.

O bir seyyaredir yerinde durmaz
Gece gündüz gezmekten hiç yorulmaz
Gittiği yerde bir gün de oturmaz
Çanta elde eder daim seyahat

Bir gün Londra’da içer bolunu
Bir gün Romalı’ya takar kolunu
Bir gün de Paris’in gezer holunu
Her gittiği yerde kalır ariyet.

Ona göre hayat formülü bir tek
İçmek, sevmek, gezmek, hayat bu demek
Geri kalan her şey beyhude emek
Sakattır eden bir yerde ikamet.

Dünyayı dolaşır bir hacıyatmaz
Küçük bir fırsatı bile atlatmaz
Arak-ı helale, haram su katmaz
Refik-i hemdemi sehba-yı işret

Nihayet dünyanın bir maskarası
Oldu Türkiye’nin Rüştü Aras’ı
Açıldı İsmet’le sonra arası
Mekân oldu ona kuşe-i izlet

Geçmişti yerine hazret-i Saraç
Herifin kendisi yardıma muhtaç
Menemenli oldu bu derde ilaç
Mihrakına girdi revş-i vekalet.

Dünyadan göçünce “Refik”-i şekip
Sedaret de oldu “Saraç”a nasip
Harici işlere edildi tensip
Menemenlioğlu pür-şan ü izzet.

Vekiller beyninde en değerlisi
Müşkil zamanların bir mededresi
İlmiyle verirdi dünyaya dersi
Karşısında ebkem kalır her devlet.

İntizamam girdi haric-i umur
Sayesinde doldu kalbimiz gurur
Mesaisi oldu mucib-i sürür
Rabbim kem nazardan etsin sıyanet.

Size yazdığım bu Destan-ı Zaman
Hakikati eder ayniyle beyan
Kusurum olduysa affetsin ihvan
Yaşasın Devletim, yaşasın Millet.

H.M.Y

Yorumlar kapatıldı.