İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

USTA VE ACEMİ DUYGU SÜRÜCÜLERİ

“Acemi duygu sürücüsü tabirini” oğlumun din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni Seyyit Ahmet Uzun Beyden duydum. Seyyit Ahmet Bey bir öğrencinin gözünden öğretmene bakışını anlatan bir yazı da kaleme almış. Öğretmenlerin okumasını tavsiye ederim.

Ben bir baba olarak kavramı kendi adıma düşündüm. Duygu sürücüsü adayları kızım ve oğluma ehliyetli bir duygu sürücüsü baba olarak mı yaklaşıyorum yoksa ehliyeti kâğıt üzerinde almış fakat pratikte yola çıkmaya korkan bir “ehliyetsiz ehliyetli duygu sürücüsü” olarak mı?

Öğretmenlere başkalarının çocuklarına nasıl davranmaları gerektiği ile ilgili pedagojik dersler veriliyor. Hepimiz bu eğitimleri aldık fakat kendi çocuğumuza nasıl yaklaşmamız gerektiği hususunda, en azından kendi adıma söyleyeyim, bir eğitim almadık.

Bir arkadaşımdan dinlemiştim. Muhafazakâr bir profesörün babasına asi oğlu ile sohbet ediyorlarmış. Babana neden böyle davranıyorsun, diye sormuş. O da bir hatırasını anlatmış arkadaşıma:

“Bir keresinde babam küçük kardeşimi örnek göstererek onunla olan ilişkisinin ne kadar güzel olduğunu fakat benimle olan hukukundaki bozukluğu anlayamadığını, söyleyince ben de dayanamadım ve şöyle cevap verdim: “Onun babası profesör, benim babam ise asistandı”.

Asistanlığı döneminde bütün zamanını, ilgisini ve enerjisin akademik çalışmalara ayıran babanın, ilgiden yoksun oğlunun cevabı sonuna kadar haklı değil mi? Babaya sorsanız “ama, fakat, lakinli” bir sürü cümle kuracaktır. Dinledikten sonra bu babaya hak da verirsiniz belki ama çocuk haksız mı?

Bir baba olarak ıskaladığın ilgiyi telafi etmen mümkün mü? Belki mümkün, peki bir baba olarak çocuğundan özür dileyip o hataları telafi etmeyi hiç denedin mi? Tam da burada bir şey devreye giriyor: nefisle mücadele. “Ama ben babayım kendi çocuğumdan özür mü dileyeceğim? Profesör oldum, yakışık almaz. Elimde büyümüş çocuktan mı özür dileyeceğim?”

“Ben ondan üstünüm, Sen beni ateşten, onu ise topraktan yarattın.” diyen şeytan farklı ne söylüyor vesvese veren nefis? Bu dünyada herkesin derdi aynı aslında “adam yerine koyulmak”. Eş ve çocuk ilgi görerek adam yerine koyulduğunu, anne ve baba saygı görerek, amirler memurlarının emirlerine itaat ettiklerini görerek adam yerine koyulduğunu düşünüyor. Aslında hepimiz uzayda kapladığımız yerin farkında olunmasıyla adam yerine koyulduğumuzu düşünüyoruz. Klinik vakalar müstesna bu durum insanoğlu için böyle.

Herkesin malumu hikâyede babanın cümlesi nasıldı? “Oğlum ben sana kaymakam olmazsın demedim, adam olmazsın, dedim. Sen kaymakam olmuşsun ama adam olamamışsın!” Babanın kurduğu cümlenin içinde biraz da kendi “başarısız usta duygu sürücülüğü” yatıyor. Şimdi hikâyeye babasına göre adam olamamış kaymakamın ağzından “Baba armut dibine düşer, sen adam olsaydın da adam yetiştirseydin!” diye bir söz eklesek verilmek istenen didaktik mesajdan koparız belki ama yanlış bir cümle kurmuş olmayız. Bu hikâyede garip olan ne biliyor musunuz? Yıllarca kendinden kopuk bir şekilde okulunu okuyup kendi ilçesine gelen çocuk “hayırsız evlat” da “onu takip etmeyen, ilgilenmeyen baba” sütten çıkmış ak kaşık. Bu işler o kadar kolay değil. Biyolojik baba olmakla baba olunmuyor. Baba koruyan, kollayan, yetiştiren, takip eden, terbiye eden ve nihayet adam edendir. Babanın bütün çabalarına rağmen adam olmayan yok mudur? Elbette var. İstisnalar müstesnadır ve kaideyi bozmaz.

Sözde duygu ehliyeti ile dolaşan bir sürü biyolojik babanın ruhu döllenmemiş çocuklarını sayıları bilmek kaçı bulan operasyonla topla topla bitiremiyor kolluk kuvvetlerimiz. Anne baba duygu ehliyetini almış fakat duygu asfaltına çıkıp sürmeyi beceremiyor. Acemi duygu sürücüsü çocuklar ise bu “nâehil ehliyetlilerin” rehberliğinde “aynı yoldan” devam ediyorlar.

Büyüyünce aynaya baktığında her oğlan karşısında “babasını” her kız “annesini” görür. Sözde duygu ehliyetli ebeveynler, bir sonraki nesli aynı şekilde yetiştirince hep aynı nakarat mırıldanılıyor: “Bizim zamanımız böyle değildi, bu gencik nereye gidiyor”. Affedersiniz de nereden gelmişti ki nereye gitsin?

Ben acemiliğimi gidermek için bir pedagogdan yardım almıştım. Anaokuluna giden kızıyla ayrılma problemi yaşayan bir arkadaşım çocuğunu anaokuluna gönderemediğini anlatınca tanıdığım pedagoga yönlendirdim. Arkadaşıma “Şimdi sen problemin çocukta olduğunu düşünüyorsun fakat pedagog çocuğu ve sizi dinledikten sonra ‘çocukta bir şey yok sizinle görüşmeye devam edeceğiz’ diyecek buna hazırlıklı ol” dedim. Bir hafta sonra çocuğunun sağlıklı oluşundan mutlu fakat “sözde usta duygu sürücüsü ehliyeti sahibi” bir anne olarak buruk bir gülümsemeyle öngörümü teyit etti arkadaş.

Pedagog, arkadaşımı dinledikten sonra fabrikaları olduğu için işe çok erken gidip geç saatlerde dönen ve bu sebeple hiç göremediği babasından ayrı kalan annenin bu ayrılık kaygısını çocuğuna yansıttığını, aslında çocukta hiçbir problem olmadığını söylemiş. Arkadaşım “annem hiç görüşemediğimiz babamızın korkusu ile bizi o kadar çok bastırırdı ki biz babamızı seven ve sevilen bir varlık olmaktan çok korkulan bir varlık olarak kodlamışız belleğimize” dedi. Acemi duygu sürücüsü bir anneannenin torununa yansıması…

Bugün kaht-ı rical yaşanıyorsa bu “ehliyetsiz ehliyetli duygu sürücülerinin” yetiştirdiği nesillerin bir neticesidir. Acemi duygu sürücü çocuklarımız bu hususta en masum olandır.

Hani Aşık Seyranî diyor ya: “Balık baştan kokar bunu bilmemek / Seyranî, gafilin ahmaklığından!” “Balık neden koktu?” yerine “bu balığı kim kokuttu?” sorusunu sorabilirsek cevap olarak hakikat aynasında kendimizi göreceğiz.

Rab kelimesi Yüce Allah’ın “terbiye eden” anlamındaki bir ismidir. Yüce Terbiye Edici dahi çocuğa işlediği günahın hesabını sormuyor. Biz ise kendi vermesi gereken hesabı çocuktan bekliyoruz. Haklı mıyız?

Bizi gidi sözde usta özde acemi duygu sürücüleri bizi!

Hz. Yunus’un bir şiiri ile sözü önce söyleyeyim özüme:

“İlim, ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Bu nice okumaktır.”
Hayırlı Ramazanlar.

Kalın sağlıcakla.

Mustafa KAYIHAN
Aktau-Kazakistan
13.03.2024

Yorumlar kapatıldı.