İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ÂH GAZZE VÂH KUDÜS!

Prof. Dr. Beynun AKYAVAŞ Hocanın bir kitabında okumuştum. Birgün sürgünden dönen bir Osmanlı Sultanının kızını ziyarete gitmişler. Koskoca Osmanlı mülkünün sahipleri, bu millete tarihte büyük devlet kurmanın ve yönetmenin şerefini tattırmış, bugün yaşadığımız her karış toprak için can vermiş, can almış olan o necip neslin torunları fakr u zaruret içerisindedirler ve gelen misafire ikram edecek yiyecek ve içecekleri yoktur. Sultan hanım kendi kızına “Arslanım!” diye seslenerek bir iş buyurmuş. Hanım Sultan Beynun Hoca ve arkadaşlarının yüz ifadelerinden anlamış olacak ki durumu açıklamış: “Biz Osmanlı Hanedanının erkek çocuklarına “Arslanım!” dediğimiz gibi Hanım Sultanlara da “Arslanım!” diye hitap ederiz.”

Arslanın dişisi de arslandır elbette… Dişisi de din ü devlet, vatan ve millet bilhassa Kudüs için Arslanlar büyüttü asırlar boyunca… Alparslan, Kılınç Arslan ve nice Türk’ün Arslanları haçlılara karşı koydular.

Okuyarak idrak edememiş olacağım ki 2015 yılında Kudüs’e bir vazife için gidince anladım “Türk tarihi Kudüs’ten ibaretmiş.” Durun hemen celallenmeyin, elbette Oğuz Kağan’dan başlayarak şimdi bu yazıyı kaleme aldığım Hazar denizi kenarındaki Mangışlak bölgesinden batıya doğru yol alırken türlü savaşlar yaptık, türlü kahramanlıklar gösterdik fakat Anadolu’ya geldikten sonra işler biraz değişti.
Ulu Türkistan’ın menderesler çizen ırmakları gibi kuzeye, bir güneye, bir doğuya bir batıya yönünü değiştiren Oğuz Türkleri Anadolu’nun hedefine bir ok gibi akan nehirlere dönüverdi. Kuzeyde ve güneyde akrabaları Kıpçaklar at oynatıyorken Oğuzlar kardeş kanı dökmeden bir vatan elde etmenin yolunu buldular. Roma binlerce yıllık ihtişamın son yüzyıllarını yaşıyorken Oğuzlar kendilerini imparatorluk kuran milletler arasına yazdırmak üzere tarih sahnesine çıkıyorlardı. Tuğrul ve Çağrı Beye “Doğunun ve Batının Hükümdarı” kılıcını giydiren Hilafet makamı iyice zayıflamış ve İslam aleminde iç çatışmalar alevlenmişken Oğuzlar bakir bir yöne atlarının yönlerini çevirdiler.

İyi tamam da “Türk tarihi Kudüs’ten ibaretmiş.” demekle neyi kastediyorum peki? Şunu kastediyorum ki haçlılar asla bizim için kutsallığı tartışılmaz olan Mekke-yi Mükerreme ve Medine-yi Münevvere için sefer düzenlemediler. Bu iki belde adamların umurunda olmadı hiç. Onların tek dini amaçları vardı: Kudüs’ü Müslümanların elinden almak. Hal böyle olunca Türkistan, İran ve Arabistan ve Kuzey Afrika’yı gövde olarak düşünecek olursak bu gövdenin kolunun ucundaki yumruğu çoğunlukla Anadolu ve burada yaşayan Türkler oldu. Haçlı ordusu karşısında Türk’ün sıkılmış yumruğunu gördü hep… Adamlar ne zaman Kudüs istikametine doğru gitse bir Türk devleti, bir Türk Arslanı karşısına dikildi ve yumruğu suratına yapıştırdı. Berkyaruk, Kürboğa, Sökmen, Çökürmüş, I. Kılıçarslan, Halep Meliki Rıdvan, Harran Emîri Karaca, Artuklu Beyi Belek, I. Rükneddin Mesud, Sultan I. Baybars, II. Kılıçarslan, Yıldırım Bayezid, II. Murad ve nice isimsiz Müslüman Türk komutanı ve askeri Kudüs uğruna savaşarak şehit oldu.

Haçlıyı ısrarla Anadolu’ya doğru çeken sebep Anadolu’nun Kudüs yolu üzerinde bir geçit oluşuydu. Köprünün başında ise Deli Dumrul’un soyundan bir millet vardı: Türkler. Türk’ü Türk yapan ve Türk tutan Kudüs’tür anlayacağınız.

Medine-yi Münevver’e, Mekke-yi Mükerrem’e muhabbeti ne ise Hazret-i Resul’ün Miracına sahne olmuş Mescid-i Aksa muhabbeti o kadardı Türkün. Bu mukaddes beldenin bekçiliğini kendilerine tarihi bir görev addetmişti. Türkü iri ve diri tutan bitmeyen bir görevdi Kudüs Bekçiliği.

Benim de Kudüs’te görev yaptığım sırada haberdar olduğum bir Iğdırlı Onbaşı Hasan var. Türk kamuoyu ise Mescid-i Aksa’daki son Osmanlı askeri Iğdırlı Onbaşı Hasan’ın ismini ilk olarak gazeteci İlhan Bardakçı’dan duymuş. Bir heyetle 1972 yılında Kudüs’e gittiği esnasında Mescid-i Aksa’da rastlamış İlhan Bardakçı, bu vefakâr Osmanlı askerine. Bardakçı bu ilk karşılaşma anını şöyle anlatmış:

“(Mescid-i Aksa’da) Avlunun kenarında biri dikkatimi çekti. Doksan yaşlarında bir adam. Üzerinde kendinden daha yaşlı bir asker üniforması; her yanı yama içinde, hatta bazı yamaların bile tekrar yamanmış olduğu bir elbise… Asırlık ağaçların gövdesindeki halkalar misali yamaları yaşını göstermeye çalışıyordu sanki. Orada ayakta bekliyordu, sırtına zorla yapıştırılmış gibi duran hafif kamburu da olmasa dimdik duracaktı. İki metreye yakın boyu ile yaşlıydı ama bir o kadar da vakurdu. Şaşırmıştım. ‘Acaba bu adam bu sıcakta güneş altında neden dikilip duruyor’ dedim içimden. Bizi gezdiren rehbere sordum; ‘Ben kendimi bildim bileli her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler ne de kimseyle konuşur.’ dedi.”

Onbaşı Hasan’ın yanına yaklaşıp hikâyesini dinlediğinde gözyaşlarına boğulur İlhan Bardakçı. Onbaşı Hasan, Bardakçı’ya hikâyesini şöyle anlatır:

“Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan’ım. Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan’ım. Bizim bölük Cihan Harbi’nde Kanal Cephesi’nden İngiliz’e saldırdı. Cânım ordu Kanal’da yenildi. Artık geri çekilmek elzem idi. Ecdat yadigârı topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs’e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs’te artçı bölük olarak bırakıldık. Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. ‘Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Şanlı ordumuzu terhis ediyorlar, beni İstanbul’a çağırıyorlar. Gitmem gerek, gitmezsem mütareke emrini çiğnemiş, emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine avdet edebilir, ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var: Kudüs bize Sultan Selim Han Hazretleri’nin yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk ‘Osmanlı da gitti, bundan sonra bizim halimiz nice olur!’ demesin. Fahri Kâinat Efendimiz’in ilk kıblesini Osmanlı da terk ederse gâvura bayramdır. Siz, İslam’ın şerefini, Osmanlı’nın şanını ayaklar altına aldırmayın.’ dedi. Bölüğümüz Kudüs’te kaldı. Sonra upuzun yıllar bir anda bitiverdi. Bölükteki kardeşler teker teker Cenab-ı Hakk’ın rahmetine kavuştu. Düşman değil de yıllar biçti geçti bizi. Bir ben kaldım buralarda. Bir ben, koca Kudüs’te bir Onbaşı Hasan!”

Bardakçı, Onbaşı Hasan’ın vefat haberini ise şöyle öğrenmiş:

“1982’de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. (Kudüs’teki) Rehberden gelen bir tek cümle yazılıydı: ‘Mescid-i Aksa’yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün vefat etti.”

İHH İnsani Yardım Vakfı da 2017’de Gazze’de inşa ettiği bir camiye Onbaşı Hasan’ın ismini vermiş.

Ah Gazze!

Evet Gazze’de Onbaşı Hasan’ın adını taşıyan cami ayakta mıdır? Gazze’de Iğdırlı Onbaşı Hasan’ın, halk “Osmanlı da gitti, bundan sonra bizim halimiz nice olur!” demesinler diye anasını, babasını, eşini, çocuklarını düşünmeden nöbet beklediği halk ayakta mıdır?

Asıl soru şu Iğdırlı Onbaşı Hasan Allah’a, komutanına ve kendine verdiği sözü tuttu. Biz onunla aynı cennete mi konulacağız?

Görevlendirildiğim Kudüs’te Sultan Süleyman Caddesinde birgün yürüyordum. Önümde 16-17 yaşlarındaki lise talebeleri beni fark etmeden kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı: Birisi hararetle diğerine “Abdülhamid-i Sani ve külli selatin…” diyerek Osmanlı sultanlarını Kudüs davasına nasıl sahip çıktıklarını anlatıyordu. “Denekler gözlem altındayken rol yaparlar”, diye bir söz vardır. Bu gençler benim varlığımın farkında değillerdi. Bana şirin gözükmek için rol yapmıyorlardı yani… Onların gönlünde ve umutlarında biz Türkler vardık peki bizim gönlümüzde onlar var mı?

ODTÜ Mühendislik mezunu Kudüslü bir Musa abi vardı. Musa abi Türkiye’den mezun olduğu için İsrailli “bilmem neler” her hafta onu karakola çekiyorlar ve sorguluyorlarmış. Bir gün Musa abiye sormuş amir: “Ya Musa Türk turistler gelince siz Filistinliler heyecanlanıyor ve coşuyorsunuz. Bunu diğer bölgelerden gelen turistler geldiğinde görmüyorum. Neden?” Musa abi gülümseyerek verdiği cevabı anlattı: “Biz ev sahiplerimiz gelince mutlu oluyoruz. Oturduğumuz evleri onlar yaptılar. Sevincimiz bundandır.” demiş.

Gazze’nin, Kudüs’ün, Kahire’nin, Beyrut’un, Trablusgarb’ın, Bağdat’ın, Şam’ın misafiri değiliz, ev sahibiyiz. Gazzeye Hollandalı gibi, İngiliz gibi, Alman gibi bakamayız. Evimizi damımızı yıkıyorlar; çoluğumuzu çocuğumuzu öldürüyorlar, ırzımızı, namusumuzu kirletiyorlar. Şimdi bağırmayacaksak sesimiz kesilsin, dilimiz tutulsun…

Merhum Osman Attila’nın “Çoğunuz beni Ankaralarda sanır / Afyon’da bir dam çökse yüreğim parçalanır” mısralarında olduğu “Gazze’de bir dam çökse yüreğimiz parçalanmıyorsa” önce insanlığımızı sonra da Müslümanlığımızı sorgulamalıyız.

Her şeye rağmen biz Kudüs’ün bekçileri yine bu topraklarda Selahaddinler ve Kılınç Arslanlar yetiştireceğiz.

Bu dava ve bu şarkı burada bitmez.
Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle:

“Kırılır da bir gün bütün dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz barkımız bizim

Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşlarının yanında füze
Başka alemlerle farkımız bizim”

Bekle Kudüs ve bekle Gazze yavuz yürekli çocukların gönlüne sizi ektik.

Vesselam.

Mustafa KAYIHAN

08.03.2024
Aktau-Kazakistan

Yorumlar kapatıldı.