İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İçimizde biriktirdiklerimiz…

Hepimiz içimizde bir şeyler biriktiriyoruz. Kimimiz sevdamızı, kimimiz öfkemizi, kimimiz kinimizi…

Annemize, babamıza, kardeşimize, arkadaşımıza, hocamıza söyleyemediğimiz sevgi cümleleri… “Seni seviyorum anne!”, “Babacığım seni çok seviyorum, iyi varsın!”, “Sevgili kardeşim seni çok seviyorum iyi sen benim kardeşimsin!”, “ÖğretMenim seni çok seviyorum, iyi ki benim öğretmenimsin!”, “Halacığım seni çok seviyorum, iyi ki senin gibi tatlı bir halam var!”, “Sevgili arkadaşım seni çok seviyorum, sen çok iyi bir dost ve arkadaşsın!”…

Birgün lisans okurken hocam hiç unutamadığım şu cümleyi söyledi: “Kızlarımıza hep kaçmayı öğretiyoruz, hiç yaklaşmayı öğretmiyoruz!”. Şimdi düşünüyorum da bırakın kızları erkeklere “yaklaşmayı” öğreten var mı ki?

Helal daireden bahsediyorum, haram işini kendi mecrasında yüzdürüyor zaten… Hangi ders aile hayatında sevgiyi, muhabbeti, saygıyı, övgüyü öğretiyordu ben okumadım hiç! Böyle bir ders okuyan oldu mu?

“Bir kimse din kardeşini severse sevdiğini ona söylesin.” (Tirmizî, Zühd, 54) Hadis-i Şerifi Museviler ya da İseviler için mi yoksa biz Müslümanlar için mi söylenmiş?

Bunları yazınca benim bu eleştiriden muaf, emsal insan olduğumu falan düşünmeyiniz. Benim de dilim at kılı ile bağlamışçasına ben de söyleyemiyorum sevdiklerime onları sevdiğimi. Ufak ufak alıştırmalara başladım, ölmeden önce kültür kodlarımdaki bu problemi az da olsa çözeceğimi umut ediyorum.

Evet yukarıdaki cümlelerde nerede kalmıştık? Asıl can alıcı noktada kaldık: “Karıcığım seni çok seviyorum.” diyemiyor bir koca ve “Kocacığım seni çok seviyorum.” diyemiyor bir kadın. Kocası eve gelince “hoş geldin kocacığım günün nasıl geçti”, giderken “hayırlı işlerin olsun” demeye dili varmıyor. Bu nezaketin bizi basitleştireceğini düşünüyoruz bence ama yücelteceğini kimse öğretmedi bize. Biz de öğrenmek için çabalamadık zaten.

Hayat kadınları hakkında yapılmış bir belgeselde soruyorlar kadına: “Erkekler neden size geliyor?” Ergenlerin gülümsediğini görür gibiyim. Kadının cevabı çok enteresan: “İnanın sadece konuşup giden çok müşterimiz var. Biz onlar gelince “Kocacığım hoş geldin, yorulmuşsundur, der ayaklarını yıkar, omuzlarına masaj yapar ve biraz sohbet ederiz. Sonra giderler. Cinsellik için gelenlerden çok bu muamele için gelen çok fazla müşterimiz var.” Ramazan ayında örneği buradan verdiğim için özür diliyorum ama erkeğin evde bulamadığı şey demek ki cinsellik değil, tatlı dil, güler yüz, biraz ilgi ve toplumun ona bin yıllardır telkin ettiği erkeklik duygusunun pohpohlanması. Bu saydıklarım aynıyla belki de fazlasıyla kadınlar için de geçerli. Çünkü kadın daha hassas ve ilgi bekleyen narin bir varlık.

Evet, bu toplum yaklaşmayı değil hep kaçmayı öğretiyor çocuklarına hele hele kızlarına… Çocukluğu ve gençliği boyunca aman yaklaşma tehlikelidir dediğin karşı cinsten birisi için bir zaman geliyor evlenmesi için “Sana öyle demiştim ama bak bu başka!” diyoruz fiilen. Ama bünye alışık değil bu varlığın iyi birisi olduğunu düşünmeye… Nasıl sevecek kızcağız kocasını? ”

Hocam sen neden bahsediyorsun, hangi devirde yaşıyorsun!” mırıldanmalarını duyar gibiyim. Ben helal ve meşru daireden bahsediyorum. Mecelle kanunudur: “Su-i misal emsal teşkil etmez” yani kötü örnekten örnek olmaz. “Zamanın çocuklarının” meselelerinden dem vuruyorum “zamane çocuklarınkinden” değil…

Erkeklerine ise “adam gibi” yaklaşmayı öğretmiyor bu toplum. “Adam gibi” nasıl olunur ki derseniz? Müslüman Türk’ün adamlık kriterindeki ölçüsü: Hazret-i Resûl-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem, Sultânü’l-Enbiyâ, Burhânü’l-Asfiyâ, Habîb-i Hüdâ, Şefî’-i rûz-i cezâ, İki Cihân Güneşi Ebe’l-Kâsım Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’dir.

Hani Üstad Necip Fazıl’ın:
“Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür,
Sana çöl gibi gelen, O göl diyorsa göldür.”
dediği ölçü var ya, işte her şeyde, her işte ve “adamlıkta” ölçümüz O’nun getirdikleri, yaptıkları ve söyledikleridir.

Sevdiğimizi söylemeyi beceremiyoruz, özür dilemeyi beceremiyoruz; nerede rica edilir nerede önemli değil denir farkı bilmiyoruz. Rica edene, özür dileyene hayretle bakıyor ve sanki normal olan kabalıkmış, nezaket ise anormalmiş gibi müstehzi bir şekilde bıyık altından gülüyoruz. Racon kesilen, kafa kesilen dizilerin yetiştirdiği toplumdan çok şey beklemek de adaletsizlik olur ama ne yapalım ki eldeki sermaye bu. Dizilerden, filmlerden bunlar biriktiriliyor demek ki…

Nasıl başlamıştık yazıya: “Hepimiz içimizde bir şeyler biriktiriyoruz.” Mesela benim anneme biriktirdiğim o kadar cümlem var ki… Belki şimdi bağıra bağıra okuduğum şiirlerim var “Annem”, “Anam” diye başlıklar attığım ama atasözünün dediği gibi: “Bana iki taş arasından ün getir.” Şahide ile ayak taşı arasında kara topraktan bir ün gelmez artık… Şimdi yazsam da hoş yazmasam da.

“Kısa yazmaya vaktim yoktu, o yüzden uzun yazdım.” demiş ya ecnebi, hayırlı Ramazanlar dileyip şu şiirimle bitireyim müsaade ederseniz yazıyı:

İçinde Birikir

Yürümezsen yol içinde birikir,
Ağlamazsan göl içinde birikir,
İçin için göyünüp de derdini,
Dökemezsen kül içinde birikir.

Namaz, oruç, hac ve zekât borcunu,
Ödemezsen kul içinde birikir.
O dünyanın yatırmazsan harcını,
Bu dünyada pul içinde birikir.

Mecnun olup sahralara, çöllere,
Düşemezsen çöl içinde birikir.
Tomurcuksan cümbüş getir dallara,
Açamazsan gül içinde birikir.

Mustafa KAYIHAN
11.03.2024
Aktau / KAZAKİSTAN

Yorumlar kapatıldı.