İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

BELEDİYE BAŞKANLARINA BİR PROJE ÖNERİSİ: İFTARHANELER

Efendim bir ecnebinin yüz yıllar önce yazılmış İstanbul hatıraları kitabından mealen şu sözleri hatırlıyorum. “İstanbul’da yüzyıllardır kalıyorsunuz ama yaptığınız binalara bakılırsa yarın gidecekmiş gibi davranıyorsunuz.”

Roma insan icadı olan Tiyatroları için anfi tiyatrolar kurarken Türkler bin yılı aşkın her yıl düzenlediği İftar programları için mimari bir yapı oluşturabilmiş değil, neden? Çünkü kafamızın bir yerinde hala göçebeliğimizden kalan bir sosyo-genetik damar bizi bu yapıları düşünmekten alıkoyuyor.

Diğer yazılarımı okuyanlar bilir göçebeliğimden utanan birisi değilim ama yörüklüğüm hakikat aynasına bakmama engel değil. Evet, İseviler bir kiliseyi 200-300 yılda sabırla yapıyorlar biz ise basıyoruz betonu ve -mabede saygısızlık olmasın ama- tam bir hilkat garibesi beton yığınları ortaya koyuyoruz.
Mimaride geldiğimiz nokta ya da daha doğru bir ifadeyle “geri döndüğümüz nokta”: Anadolu Selçuklu Mimarisi. İyi de her devrin bir zevki ve mimari anlayışı olması gerekmiyor mu? Bir yenilik yapıp bir asır önceye döneceksek bu kadar yolu neden yürüdük? Mimar Sinan ve talebelerinin mimariye koyduğu taşlara ne oldu? Osmanlı mimarisi, mimarları nereye gitti?

Evet sorular bitmiyor. Yine ecnebilerin İstanbul hatıralarını okurken şöyle bir ifadeye rastladım mealen yazıyorum: “Türkler öldüklerinde İstanbul’un Anadolu tarafındaki Karacaahmet Mezarlığına gömülmek isterler. Sebep olarak da Anadolu’nun Mukaddes Kabe toprağından deniz yoluyla kesilmemesi sebebiyle “Kabe toprağı” olduğunu düşünürler ve asıl İstanbul’un bir zaman gelip Hristiyanlar tarafından alınabileceği korkusu ile mezarları başında dua okuyacak birilerinin bulunmamasından korkarlar.”

Evet Anadolu Kabe-yi Muazzama’dan kopmadığı için Kabe toprağıdır. Fakat asıl korkunun mezar taşının yok olup gitmesi ve başında Fatiha okuyacak birisinin kalmaması korkusu olduğu anlaşılıyor. Ebedi var olma duygusu her canlıda var.

Evlatlarını kurban vererek Türk milletine yüzyıllarca hizmet etmiş Osmanlı Hanedenı üyelerinin muhteşem ufukları olmasa demek ki İstanbul bugünkü halini alamayacaktı. Fatih Sultan Mehmed Han, fethi tamamlayıp halkı İstanbu’a yerleşmeye davet ettirince icabet eden gayet az olmuş. Bunun üzerine zorunlu iskan politikasına geçilmiş. Belki de bunun altında da aynı duygular yatıyordu.

Çadır muhteşem bir kolaylık fakat depremlerde de yeniden idrak ettik ki artık zamanın ihtiyaçlarına cevap veremiyor. Çadırdan konteynıra geçiş için verilen yarışı hepimiz gördük. Peki iftar çadırlarında ısrarımız neden?
Tasarruf olabilir mi mesela? Yılda bir ay kullanacağın mekan için para ve zaman harcamak israftan mı sayıldı acep? Bunlar tamam, haklılık payı var. Peki aynı mekanın çok amaçlı kullanılma ihtimali neden düşünülmedi? Mesela İftarhane adı altında binalar yapılsaydı ve buralarda 11 ayda hatta Ramazanda konferanslar verilse, dini ve meslek edindirme kursları düzenlense, istişare toplantıları yapılsa, çok sağlam yapılan bu mekanlar tabii afetlerde sığınma alanları olarak kullanılsa, bir lojistik üst olarak her daim kamuya hizmet etse olmaz mıydı?

Depremin 12. gününde bölgeye giderek şehir şehir gezdim. En büyük sıkıntı lojistik merkezi ve bu merkezin düzenli hale getirilerek dağıtımın bir plan dahilinde yapılamaması idi. Çocuk bezleri Ç bölmesinde, Un U bölmesinde diyebileceğimiz, yağmurdan korunaklı sağlam binalar yeterli değildi.
Mesela bu iftarhaneleri Japonların binalarının iki katı sağlamlıkta yapsak. Güvenliği abartsak, her türlü olağanstü ihtimali düşünsek mesela… Yangın, deprem, sel, bombalanma, nükleer bomba, gaz akla ne kadar normal şartlarda “abartılı” saydığımız ihtimal varsa düşünsek ve bu mekanları öyle planlasak. Zeminini 3-5 kat aşağı indirip sığınaklar yapsak. Binlerce kişinin kullanabileceği banyolar, tuvaletler, mutfak düzeneklerinin altyapısını hazır hale getirsek. Bu mutfakları hemen kuralım demiyorum. Alt yapıyı kurup olağanüstü halde hemen dönüştürecek halde tutalım diyorum.
Bugün Gazze’yi yerle bir edenler yarın bize de gelecek, gerçi Gazze sanki “biz” değilmişiz gibi anlaşılır bu cümle ama zaten alıştırdılar bizi unutup beni düşünmeye… Üç maymunu oynamaya alıştık nasılsa. Duyarlılık duygumuz yalama yaptı.
Evet, iftihar edebileceğimiz “iftarhaneler” yapmak bence şehir hastaneleri kadar mühim. Bunu ne stadyumlar, ne öğrenci yurtları ne de oteller karşılayabiliyor.

İftarhanelerden bahsetmişken kovid salgınında aklıma gelen bir meseleyi de şuracığa ekleyeyeyim. Şehirlerin tamamen kapanması durumunda damla sulama sistemi ile sulanabilen şehir peyzaj alanlarının sebze ve domates, patlıcan, bamya gibi meyveli bitkilerin yetiştirilmesinde kullanımı şehrin asli ihtiyacını karşılamada faydalı olacaktır. Bugün kovid virüsünü laboratuvardan kaçıranlar yarın hangi virüsü kaçırır bilemiyoruz.
Ecnebiler think-tank adı altındaki düşünce kuruluşlarında en uç fikirleri ve ihtimalleri konuşuyorken biz bu mevzulardan fersah fersah uzağız. Devlet desteği ile kurulmuş ya da finanse edilmiş bir kaç kuruluş devlet memuru kafasıyla bunları düşünseler dahi biraz zor dile getirirler. Bizde hep bir “küçük düşme” korkusu hakimdir. “Ya gülerlerse” kafası ruhumuza sinmiş. Bunu bir ecnebi yapıp bir ödül alırsa kabul görür ve uygulanır. “Ev danasından öküz olmaz” atalar sözü düşünce ve icra alanlarımızda vazgeçilmez düsturumuzdur.

Toparlayayım. Mimarimizde eskiye dönerek kendimizden intihal yapmanın” ötesine geçemeyiz. İftarhane gibi modern, estetik ve çok amaçlı bir yapının emsal teşkil edecek şekilde bir şehirde “müteahhit kafasıyla değil” de beynelmilel bir firmadan hizmet alınarak yapılması, böyle bir yapının tam manası ile çok amaçlı bir toplanma ve etkinlik alanı olarak düşünülmesi faydalı olacaktır. Mimari, tabii afet, beslenme, askeriye gibi çok çeşitli sektörlerle yapılacak istişarelerle yapılacak bu yapı dini, sosyal, kültürel ve diğer pek çok alanda bulunduğu bölgenin halkına aktif hizmet edebilir. Tek şartla: “Marifet iltifata tabidir, müşterisi olmayan meta zayidir” düsturuna uygun olarak her daim kullanılabilecek, içine insan çekecek bir eser ortaya koymak.

Selametle.

Mustafa KAYIHAN
17.03.2024
Aktau-KAZAKİSTAN

Yorumlar kapatıldı.